Evinizden
DÜNYA TURU
Dünyada, gezecek görecek ne kadar da çok yer var!
Hayatı eve sığdırdığımız şu günlerde, belki uzak diyarlara gitmek sadece bir hayal... Ama hayal gücümüzü kim dizginleyebilir ki!
İşte dünyanın en ilginç köşelerinden, sizin için hazırladığımız özel bir tur... Her hafta sayfamızı kontrol etmeyi unutmayın. Turumuz dünyayı dolaşmaya devam edecek...
Altın Tapınak
HİNDİSTAN
Sih inancının ruhani merkezi olan Harmandir Sahib, yani Altın Tapınak, Hindistan’ın Amritsar şehrinde yer alıyor. İyileştirici etkisi olduğuna inanılan bir gölün ortasında bulunan tapınağın inşasına 1589 yılında başlanmış. Fakat ilk tapınak 1757 yılında işgalci Afganlar tarafından yıkılmış. Daha sonra Sihlerin bölgeyi yeniden almasıyla tapınak yeniden inşa edilmiş. 1830 yılında ise çatısı 100 kg altınla kaplanmış.
Hangi ırk ya da dinden olursa olsun insanlara kucak açan Sih dini konukseverliği de şart koştuğundan, her gün tapınağı ziyaret eden yaklaşık 50 bin kişiye ücretsiz yemek sunuluyor. Tapınakta hizmet eden yüzlerce çalışanın büyük çoğunluğunu ise gönüllüler oluşturuyor. Pirinç, mercimek, sebze ve rotiden (mayasız hamurdan yapılan bir tür gözleme) oluşan geleneksel menü, herkesin uzun sıralar halinde yerde oturduğu dev salonlarda, sabahın erken saatlerinden itibaren servis edilmeye başlıyor
Matera
İTALYA
Güney İtalya’nın cazibe merkezlerinden biri olan Matera kenti, Kapadokya’yı anımsatan kaya yerleşimleri nedeniyle “La Città Sotterranea” yani “Yeraltı Şehri” adıyla da biliniyor. 1993 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan şehrin geçmişi MÖ 10. yüzyıla kadar uzanıyor. O dönemden bugüne hayatın devam ettiği Matera, dünyanın en eski sürekli yerleşim yerlerinden biri. Derin Gravina kanyonunun yamacına kurulmuş olan kentte tarihin ilk dönemlerinden beri kullanılan mağaralar, kayaya oyulmuş evler ve kayaya kazılarak inşa edilmiş kiliseler ziyaretçileri tarihte bir yolculuğa çıkarıyor. Hıristiyanlığın yasak olduğu ilk dönemlerde vadinin alt kısmındaki mağaralarda gizli bir yaşam süren insanlar, Hıristiyanlığın yayılmasından sonra vadinin üst kısımlarına yerleşerek bir şehir kurmuşlar.
Tarihi ve doğal güzelliğiyle dünyanın her yanından ziyaretçileri cezbeden kent, aynı zamanda her yıl Eylül ayında Women’s Fiction Festival adlı bir edebiyat festivaline de ev sahipliği yapıyor.
Pamukkale
TÜRKİYE
Şifalı kaplıcalarıyla antik çağlardan beri önemli bir ziyaret yeri olan Pamukkale, pamuk gibi bembeyaz travertenleriyle Türkiye’nin dünyaca bilinen simgelerinden biri. Bu olağanüstü oluşuma yol açan şey ise termal su kaynakları. Kaynaktan çıkan 35,6°C sıcaklığında, içinde yüksek miktarda kalsiyum hidrokarbonat bulunan su havadaki oksijen ile birleşince içindeki kalsiyum karbonat çökeliyor. Çökelti ilk etapta jel halindeyken, zamanla sertleşerek travertenleri oluşturuyor.
Pamukkale’nin tedavi amacıyla da kullanılan yeraltı suları, tarih boyunca insanları kendine çekmiş. Özellikle Roma İmparatorluğu döneminde bölge tam bir sağlık merkezi durumundaymış. Pamukkale travertenlerinin hemen yakınındaki Hierapolis antik kenti, şifalı olduğuna inanılan kaynakları nedeniyle binlerce yıl boyunca Anadolu’nun farklı yerlerinden gelip sağlık ve güzellik arayan kişiler tarafından ziyaret edilmiş. Bu nedenle kentte 15’ten fazla hamam kurulmuş.
Pamukkale civarında 35°C den 100°C’ye kadar farklı sıcaklıklarda 17 adet sıcak su kaynağı bulunuyor. Bu şifalı sular günümüzde de özellikle kalp ve damar rahatsızlığı bulunanlara sağlık sunmaya devam ediyor. Kaplıcaların en ünlüsü ise “Antik Havuz”. 7’nci yüzyıldaki bir depremde yakınındaki bir yapının çökmesi sonucunda havuza düşen taşlar, havuza dünyada eşi olmayan bir özellik kazandırıyor.
Devler Kaldırımı
İRLANDA
Kuzey İrlanda’da Giant's Causeway (Devler Kaldırımı) adıyla bilinen jeolojik oluşum görenleri şaşkınlık içinde bırakıyor. Deniz kenarında sayısı 40 bine ulaşan bazalt sütunlar, adeta devlerin dizdiği kaldırım taşlarını anımsatıyor. Nitekim, her ne kadar bu ilginç oluşum 50-60 milyon yıl önceki volkanik bir faaliyetin eseri olsa da, efsaneler burada eskiden devlerin yaşadığını söylüyor. İnanışa göre bu taşları devler kendilerine bir zafer yolu yapmak için dizmiş. Denize doğru bir yol oluşturan taşlar, 300 metre uzunluğunda ve 150 metre genişliğinde bir alanı kaplıyor. Kimi yerde sütunların yüksekliği 12 metreye kadar ulaşabiliyor.
Holi Festivali
HİNDİSTAN
Geleneksel olarak Hindistan’da her yıl baharın gelişini kutlamak amacıyla düzenlenen Holi Festivali’nin geçmişi 4’üncü yüzyıla kadar uzanıyor. Kış aylarının son dolunay günü kutlanan festival, tarımın ve özellikle bahar hasadının bol ve bereketli olmasına yönelik bir arzuyu sembolize ediyor. Festival ayrıca baharın göz alıcı renkleriyle kışa neşeli bir veda anlamını taşıyor. Birçok Hindu, Holi Festivali’ni yeni yılın başlangıcı olarak görüyor. Aynı zamanda bu dolunayın, kopmuş ilişkileri yeniden onarmak ve yenilemek için bir fırsat olduğu düşünülüyor. Tartışma ve ayrılıkların yerini eğlencenin alması isteniyor.
Festivale “Renklerin Festivali” de deniliyor, çünkü festivalin son gününde halk rengârenk toprak boyalarla önce kendilerini boyuyor, ardından da başkalarına boya atarak ortamı bir renk cümbüşüne dönüştürüyor. Mitolojiye göre Hint tanrısı Krishna arkadaşı Radha’yı kıskanır, çünkü kendisi koyu bir tene sahipken Radha’nın teni rengârenktir. Krishna bu eşitsizlik nedeniyle annesine dert yanar. Annesi de Krishna’ya, yüzünü aynen Radha gibi boyamasını önerir. Bu oyun daha sonra giderek popülerlik kazanır ve bir festivale dönüşür.
Kapadokya
TÜRKİYE
Times’ın “Dünya’nın Yeni 25 Harikası” listesine 5’inci sıradan giren Kapadokya, sadece Türkiye’nin değil, dünyanın en gözde turizm merkezlerinden biri. Doğa tarafından oya gibi işlenmiş vadilerin, köklü bir tarihin, yeraltı şehirlerinin, leziz şarapların, otantik lezzetlerin ve güzel atların diyarı Kapadokya, sadece doğal güzellikleriyle değil, yarattığı mistik hissiyatla da insanda adeta bağımlılık yaratıyor. Bu nedenle de Kapadokya’yı gördüyseniz bile, o eşsiz deneyimi yeniden yaşamak için geri dönme isteği duymanız şaşırtıcı değil.
Nevşehir, Kırşehir, Niğde, Aksaray ve Kayseri’yi içine alan Kapadokya, bundan yaklaşık 60 milyon yıl önce, Erciyes Dağı, Güllü Dağı ve Hasan Dağı’nın yarattığı volkanik arazinin küllü ve yumuşak tabakasının, milyonlarca yıl boyunca rüzgâr ve yağmur suları ile aşınması ile şekillenmiş. Kolaylıkla oyulabilen kayaların gizli yaşamlar sürmeye elverişli olması nedeniyle bölge 3. yüzyıldan itibaren Hıristiyanlar için bir inanç merkezi haline gelmiş. Bugün bile peri bacaları içinde yaşanan hayatlar, Kapadokya’nın asıl büyülü yanını oluşturuyor.
Her mevsimde ayrı bir çekiciliği olan Kapadokya, sunduğu olağanüstü güzelliklerle uzun uzun gezilmeyi hak eden bir yer. Bunların başında da UNESCO Dünya Kültür Mirası’na dahil olan Göreme Açık Hava Müzesi geliyor. Uçhisar Kalesi, tüm bölgeyi ayaklar altına seren panoramik manzarasıyla büyüleyici. Zelve, Dervent, Güvercinlik ve Aşk Vadileri ile gün batımında muhteşem bir kızıla bürünen Kızılçukur Vadisi de mutlaka görülmesi gereken yerler. Tabii Kapadokya denince akla ilk gelen şeylerden biri de gün doğumunda yavaş yavaş göğe yükselen sıcak hava balonları. Bölgeyi kuşbakışı izlemek isteyenler balon gezilerine büyük ilgi gösteriyor.
Sualtı Şelalesi
MAURITIUS
Hint Okyanusu’nda, Afrika’nın güneydoğu kıyısından yaklaşık 2 bin kilometre uzakta yer alan Mauritius Adası, dünyanın en ünlü dalış ve sualtı fotoğrafçılığı destinasyonlarından biri. Deniz suyu yüksek oksijene sahip olduğu için deniz altı yaşamı çok zengin. Ada ayrıca büyüleyici bir doğal oluşuma da ev sahipliği yapıyor. Adanın güneybatı ucunda havadan bakıldığında denizin altında fark edilen şelale görüntüsü gerçekten şaşkınlık uyandırıcı. Oysa bu, tamamıyla kum ve alüvyon tabakalarının yarattığı bir optik yanılsama. Söz konusu illüzyon Google Haritalar’da bile görülebiliyor. Görüntüyü, 556 metre yüksekliğinde bir bazaltik monolit kütlesi (Le Morne Brabant Zirvesi) tamamlıyor. Bu alan, UNESCO’nun Dünya Mirası Listesi’nde yer alıyor.
Paris Yeraltı Mezarlığı (Catacombes de Paris)
FRANSA
Paris’in altında tüneller şeklinde kilometrelerce uzanan Catacombes (Yeraltı Mezarlığı), herhalde Paris’te görülebilecek en ilginç yerlerden biri. Burası aslında Paris’teki binaların yapımında kullanılan sarı kalker taşının çıkarıldığı eski bir taş ocağı. Buranın bir mezarlığa dönüştürülmesinin hikâyesi ise 18. yüzyıla uzanıyor. O zamanlar Paris’in içinde yer alan mezarlıklar salgın hastalıkların sebebi olarak görüldüğünden, 1785 yılında bunların boşaltılmasına karar verilmiş. Açılan mezarları şehrin dışına taşımak yerine, şehrin altındaki bir taş ocağının bu amaçla kullanılması düşünülmüş. Kemikler tek tek Catacombes’a taşınarak sistemli bir şekilde istiflenmiş. Hatta öyle ki, kemiklerin yerleştirilmesinde sanatsal bir estetik gözetilmiş.
Günümüzde bir kısmı ziyarete açılan bu dehlizler ne kadar tüyler ürpertici olsa da, adeta ziyaretçi akınına uğruyor. Catacombes’un girişinde uzun kuyruklar görmek şaşırtıcı değil. Üstelik ziyaretçiler içeriye 200’er kişilik gruplar halinde alındığından kuyruk çok yavaş ilerliyor. Bu nedenle de saatlerce beklemeyi göze almak gerekiyor.
Grand Prismatic Spring
ABD
ABD’nin en büyük gayzerlerinin ve dünyadaki sıcak su kaynaklarının yarısının bulunduğu Yellowstone Ulusal Parkı'nda 10 bini aşkın kaplıca, 300’den fazla gayzer ve yaklaşık 290 şelale bulunuyor. Bu kaplıcaların en ünlüsü ise, aşağı yukarı 75 x 91 metre genişliği ve 49 metre derinliği ile dünyanın üçüncü büyük sıcak su kaynağı olan Grand Prismatic Spring, yani Büyük Prizmatik Kaplıca Gölü.
Bu olağanüstü göl, adını prizmadan geçen ışığın oluşturduğu gökkuşağı renklerini anımsatan bir görünüme sahip olmasından alıyor. Bu göz alıcı renkler, mineralce zengin olan suda bakterilerin ürettiği pigmentler tarafından oluşturuluyor ve güneş ışığının dik geldiği saatlerde en iyi şekilde görülüyor. Renkler, kenarlara doğru suyun ısının azalmasına bağlı olarak değişiyor. Örneğin gölün ortası hiçbir canlının yaşayamayacağı kadar sıcak olduğundan mavi renkte görünürken, kenarlara doğru yeşil, sarı, turuncu, altın sarısı, kırmızı ve kahverengi renkler öne çıkıyor.
Sakura
JAPONYA
Japonya’nın ulusal simgelerinden olan sakura çiçekleri, sadece olağanüstü görünümleri nedeniyle değil, ona atfedilen anlam bakımından da Japon kültürünün önemli bir parçasını oluşturuyor. Mart ayı sonu ve Nisan ayının ilk haftasında ülkeyi baştan aşağı bir resim tuvaline dönüştüren kiraz çiçeklerinin kısacık bir ömür yaşadıktan sonra en renkli ve canlı hallerindeyken dökülüvermesi, hayatın kısalığını ve her şeyin en görkemli halindeyken bile bir anda sonlanabileceğini simgeliyor. İkinci Dünya Savaşı’nda intihar pilotlarının uçaklarına sakura çiçekleri çizmesinin de sebebi bu.
Japon halkı, büyük anlamlar yüklediği bu çiçeklerin açışını büyük bir sabırsızlıkla bekliyor. Hatta bu dönemde her şehir için, televizyon kanallarında hava durumu sunar gibi sakuraların açmasıyla ilgili bilgiler sunuluyor. Sakuralar açtığı anda ise herkes parklara, bahçelere ve tapınaklara koşuyor. Dalları bir dantele çeviren sakura çiçeklerini seyretmenin de Japon kültüründe özel bir yeri var. “Hanami” adı verilen sakura seyri, bir festival ve şenlik havasında gerçekleşiyor. Özel kutlama ve evlilikler de genellikle bu tarihe denk getiriliyor. Güneş battıktan sonra sakuraları seyretme geleneği ise “Yozakura” olarak adlandırılıyor. Bu dönemde Japonların en sevdiği şeylerden biri, sakuraların altında tek başına ve sükunet içinde yürümek. Kiraz ağaçlarının yapraklarının kızararak farklı renklere büründüğü sonbahar dönemine ise “Koyo” adı veriliyor.
Cordoba Camii
İSPANYA
İspanya’da 8. yüzyılda Endülüs Emevileri tarafından ele geçirilen ve başkent ilan edilen Cordoba kenti adeta tarihin canlı tanığı. Taş döşeli sokakları ve yapıları ile İslam döneminin etkilerini yaşatan kent, 10. yüzyıla gelindiğinde dünyanın en ileri şehirlerinden biriydi. Bir eğitim ve kültür merkezi olan şehirde sayısız kütüphane ve okul bulunuyordu. Şehir, matematik, tıp, felsefe alanında pek çok değerli insana kucak açmış, özellikle de tıp alanında çok önemli çalışmalara sahne olmuştu. Örneğin ortaçağın en tanınmış göz hekimlerinden biri olan Muhammed bin el-Gafiki, bu alanda modern tıbbın yolunu açan isimlerden biriydi.
Kentin simgesi ve Emevi mimarlığının bir şahaseri olan Kurtuba (Cordoba) Camii, günümüzde de şehrin en çok ziyaret edilen noktası durumunda. Sonradan kiliseye dönüştürülen yapı, “mescit” kelimesinden türemiş Mezquita adıyla da biliniyor. Zaman içinde yapılan eklemelerle devasa boyutlara ulaşan Kurtuba Camii, aynı zamanda dünyadaki en fazla sütuna sahip mabet olma özelliğiyle de öne çıkıyor.
Baykal Gölü
RUSYA
Rusya'nın güneydoğusunda, Sibirya'nın güney kesiminde ve Moğolistan sınırında yer alan Baykal Gölü, devasa derinliği ile “Sibirya'nın Mavi Gözü” olarak da biliniyor. Çevresinin uzunluğu 636 km, en geniş yeri ise 80 km olan gölün en derin noktası 1.637 metre. Bu nokta, deniz seviyesinin yaklaşık 1.285 metre altında. Devasa kütlesiyle Baykal Gölü, aynı zamanda dünyanın en büyük tatlı su gölü unvanına sahip. Göl, tek başına dünyadaki tatlı su kaynaklarının beşte birini oluşturuyor. Biyoçeşitliliğiyle Unesco Dünya Mirası Listesi’ne de giren Baykal Gölü’nde yaşayan 1.700 bitki ve hayvan türünün 1.083 tanesi sadece bu bölgeye özgü. Kış aylarında yüzeyi tamamen buz tutan göl üzerinde ulaşım kızaklarla sağlanıyor.
Chambord Şatosu
FRANSA
Fransız Rönesansı’nın en görkemli örneklerinden biri olan Chambord Şatosu, Kral I. François tarafından av köşkü olarak inşa ettirilmiş. Loire Vadisi’nde yapımına 1519 yılında başlanan şatonun inşası 30 yıl sürdüğü için I. François tamamlanışını görememiş. Mimari açıdan hayli abartılı olan yapı sonrasında da hiçbir Fransız hükümdarı tarafından sürekli kullanılmamış ve Fransız Devrimi sırasında yağmalanmış. Bir süre askeri hastane olarak da kullanılan şato, İkinci Dünya Savaşı sırasında güvenlik amacıyla Louvre Müzesi’nin en değerli koleksiyonlarına ev sahipliği yapmış.
Sarayda her biri sanat eseri değerinde 800 heykel sütun, 440 oda ve 85 merdiven bulunuyor. Şatoyu çevreleyen uçsuz bucaksız bahçede ise, av köşkü günlerinden kalma bir özellik olarak yaban hayvanları yaşıyor.
Kaplan Yuvası Tapınağı
BHUTAN
Kaplan Yuvası Manastırı (Bhutan dilinde Paro Taktsang), Çin ve Hindistan arasında, Himalaya Dağları’nın doğusunda yer alan küçücük bir Güney Asya ülkesi olan Bhutan’da yer alıyor. Ormanlarla kaplı Paro Vadisi’nde, denizden 3.120 metre yükseklikte, bir dağın yamacında inşa edilmiş olan manastır adını kaplan anlamına gelen “Takt” ve tepe anlamına gelen “Sang” kelimelerinden alıyor. Manastırda 4 adet tapınak ve 8 adet kutsal mağara bulunuyor.
Rivayete göre tapınağın kurucusu olan Guru Rinpoche adlı rahip, 8. yüzyılda Budizm’i yaymak ve şeytanla savaşmak için bu dağın yamacındaki mağaraya, dişi bir kaplan şekline giren Prenses Yeshe Tsogyal’ın sırtında uçarak gelmiş. Guru Rinpoche, Kaplan Yuvası mağarasında üç yıl, üç ay, üç hafta, üç gün ve üç saat meditasyon yapmış. Yine rivayete göre Guru Rinpoche, Kaplan Yuvası Tapınağı’nda yer alan sekiz farklı tapınakta, sekiz farklı forma girebiliyormuş.
Bhutan Krallığı, çevreyi ve doğal güzellikleri korumak amacıyla her yıl sadece belirli sayıda turist kabul ediyor. Sarp bir yamaçta yer alan tapınağa ulaşmak için ise yaklaşık bir buçuk saatlik sıkı bir yürüyüş gerekiyor.
Gökkuşağı Dağları
ÇİN
Çin’in kuzeybatısındaki Gansu bölgesinde yer alan Zhangye Danxia Jeoloji Parkı, dünya çapında ününü gökkuşağını andıran dağlarına borçlu. Bu renk cümbüşünü yaratan şey de farklı minerallerin kırmızı, turuncu, yeşil, sarı renklere boyadığı kayalar. Bundan 24 milyon yıl önceki tektonik hareketlerin bir sonucu olarak ortaya çıkan dağlar, milyonlarca yıl boyunca rüzgâr ve yağmurun da etkisiyle katmanlı bir görünüm kazanmış. 2009’dan bu yana UNESCO Dünya Kültür Mirası listesinde yer alan bölge her yıl milyonlarca insanı kendine çekiyor.
Kuyucak Köyü
TÜRKİYE
Torosların eteğinde, Isparta'nın yaklaşık 50 km uzağında yer alan Kuyucak Köyü, uçsuz bucaksız lavanta tarlalarıyla Türkiye’nin Provence’ı sayılabilir. Köyde 1975’te ilk lavanta fidelerinin dikilmesiyle başlayan bu yolculuk, köy halkının lavanta tarımında bir ustaya dönüşmesiyle bölgeyi bir cennete dönüştürmüş. Türkiye’nin toplam lavanta üretiminin yüzde 93’ü buradan sağlanıyor. Haziran ayında çiçeklenmeye başlayan lavantalar, temmuz ayında her yeri mor bir örtüyle kaplıyor. Köydeki lavanta hasadı son yılların en gözde turizm etkinliklerinden biri.
Bromo Dağı
ENDONEZYA
Endozya’nın en ikonik dağı olan Bromo, Java Adası’nın güneyinde, Tengger Semeru Ulusal Parkı içinde yer alıyor. 2.329 metre yüksekliğe sahip olan Bromo Dağı’nın en önemli özelliği, aktif bir yanardağ olması kadar dünyanın en büyük kraterlerinden birine de ev sahipliği yapması. Bromo, 2010 yılında harekete geçtiğinde lavlar 700 metreye kadar yükselmiş. Ana kraterin çapı 10 kilometreyi buluyor. Dağa tırmanış serbest. Sadece güneşin doğuşunu ve batışını izlemek için bile her yıl yüzbinlerce kişi buraya akın ediyor.
Alsace (Alsas)
FRANSA
Fransa’nın doğusunda, İsviçre ve Almanya ile komşu Alsace Bölgesi, muhteşem doğası, çiçeklerle süslenmiş evleri ve sokaklarıyla bir masal diyarını anımsatıyor. Bölgedeki her köyde, her sokakta, her evde bir başka hoşluk, bir başka detay göze çarpıyor. Bölgeyi özel kılan şeylerden bir diğeri de şarapları. Kuzeyden güneye kıvrıla kıvrıla üzüm bağlarının arasından uzanan 170 km uzunluğundaki “Şarap Yolu”, 70 harika kasaba, süslü evleri, şatoları, tarihi ve kültürel mirasıyla adeta yaşayan bir açıkhava müzesi gibi. Yol üzerinde 1000 civarında şarap üreticisi ve keşfedilmeyi bekleyen sayısız şarap mahzeni bulunuyor. Şarapla ilgili aktiviteler ve festivaller yıl boyunca devam ediyor.
Wulingyuan Kanyonu
ÇİN
Çin’in Hunan Bölgesi’nde bulunan Wulingyuan Kanyonu, dünyada görebileceğiniz en sıra dışı coğrafi oluşumlardan biri. 270 km boyunca uzanan vadi boyunca yer alan yaklaşık üç bin kumtaşı kule, nadir kaya ormanları ve el değmemiş doğal güzellikler, Wulingyuan Kanyonu’nu eşsiz bir doğa harikası haline getiriyor. Kumtaşı kulelerin çoğunun yüksekliği 200 metreden fazla. Wulingyuan aynı zamanda bir flora ve fauna hazinesi. Bölge, Güney Çin kaplanı, bulut benekli leopar, makak, dev semender, misk kedisi gibi sayısız yaban hayvanına ev sahipliği yapıyor. Her yıl milyonlarca turistin ziyaret ettiği kanyonu daha çekici kılmak için inşa edilmiş ürkütücü yürüyüş yolları, seyir terasları ve 330 metre ile dünyanın en yüksek açık hava asansörü, ziyaretçilere heyecan dolu anlar yaşatıyor.
Şafşavan (Chefchaouen)
FAS
“Fas’ın Mavi İncisi” olarak anılan Şafşavan, Fas’ın kuzeybatısında yer alan küçücük bir şehir. Bu şehri ünlü kılan şey ise, daracık sokaklarının, kaldırımlarının, merdivenlerinın, evlerinin, kısacası her yerin masmavi olması. Şehrin neden maviye boyandığına dair pek çok rivayet var. Genellikle bu geleneğin, zamanında buraya gelen İspanyol Musevileri tarafından başlatıldığına inanılıyor. Çünkü mavi rengin Musevilikte özel bir anlamı var. Kimine göre de mavi renk sivrisinekleri kovduğu ve sıcak havalarda evleri serin tuttuğu için tercih ediliyor. Sebebi ne olursa olsun, 2011 yılında Giorgio Armani’nin reklam çekimiyle popüler olan bu küçük şehir, bir akvaryum gibi ziyaretçileri sarmalıyor.
Dead Vlei
NAMİBYA
Namibya’da ölü bir ormanı andıran ve güneş altında kavrulmuş akasya ağaçlarının silüetini yansıtan Dead Vlei, yani “Ölü Bataklık”, fotoğraf tutkunlarının dünyadaki ilgi odaklarından biri. Namib-Naukluft Milli Parkı’nın içinde yer alan Dead Vlei, bir zamanlar ağaçlarla kaplıymış. Ancak bu sulak alan zaman içinde kum tepelerinin istilasına uğrayınca çorak bir görünüm almış. İlginç olan, yaklaşık 900 yaşında oldukları halde, iklimin kuruluğu nedeniyle çürümeden varlıklarını sürdüren ağaç gövdeleri.
Angel Şelalesi
VENEZUELA
Venezuela’daki 979 metre yüksekliğindeki Angel Şelalesi, dünyanın kesintisiz dökülen en yüksek şelalesi. Auyantepui Dağı'ndaki Canaima Ulusal Parkı’nda yer alan bu doğa harikası, adını 1933 yılında altın ve değerli taş aramak için bölgede bir keşif uçuşu yapan Amerikalı pilot Jimmie Angel’dan alıyor. Şelaleyi keşfeden Angel, 1937’de bu kez eşi ve iki arkadaşı ile birlikte yeniden bölgeye geliyor. İnmeye çalışırken uçağı hasar gören Amerikalı pilot ve arkadaşları 11 gün süren bir yaşam mücadelesinin ardından bir kasabaya ulaşmayı başararak kurtuluyor. Angel’ın tam 33 yıl boyunca tepede mahsur kalan uçağı, bugün Maracay’daki Aviation Müzesi’nde sergileniyor. Çevresi balta girmemiş ormanlarla çevrili olduğundan, şelaleye sadece havadan ulaşılabiliyor.
Video: National Geographic Channel
Büyük Leshan Budası
ÇİN
Çin'in Sichuan eyaletine bağlı Leshan kentinde bulunan dünyanın en büyük Buda heykeli tam 71 metre yüksekliğinde. Yapımı 70 yıl sürmüş olan heykel yaklaşık 1300 yaşında. Heykelin yapımına, nehirde seyreden kayık ve gemileri koruması için Hai Tong adlı Çinli bir keşiş 723 yılında başlamış. Ama ömrü heykelin tamamlanmasını görmeye yetmemiş. Onun ardından bu görevi öğrencileri devraldıysa da, parasızlıktan heykelin inşası ancak 803 yılında tamamlanabilmiş. Heykel bugün, Budist hacılar da dahil olmak üzere her yıl milyonlarca insanı kendine çekiyor.
Video: Smithsonian Channel
Burning Man Festivali
ABD
ABD’nin ev sahipliği yaptığı en çılgın festivallerden biri de Nevada’daki Black Rock Çölü’nde gerçekleştirilen Burning Man, yani “Yanan Adam” Festivali. İlk olarak 1986 yılında kutlanmaya başlanan festivalin asıl amacı, sınırsızlık özgürlük ve barışa dayalı yeni bir kültür yaratmak. Dünyanın dört bir yanından gelen ünlü isimler, sanatçılar ve aktivistler yedi gün boyunca çölde sanata ve topluma adanan geçici Black Rock City’yi baştan inşa ediyor, ardından duvarları yıkarak özgürleşiyor ve festivalin son gününde de insan bedeni ve onun kalıplarını temsil eden Tahta Adam’ı yakıyorlar.
Cinque Terre
İTALYA
İtalya’nın batı kıyılarındaki Liguria bölgesinde kayalar üzerine sıralanmış beş köyün oluşturduğu Cinque Terre (Beş Toprak), denizin dibinden başlayarak tepeye doğru yükselen rengârenk minik evleriyle muhteşem bir görünüm oluşturuyor. 1998 yılından beri UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan Cinque Terre’nin en harika özelliklerinden biri de, köylüler tarafından kayalıkların arasından açılmış patika yollar. Yasemin ve deniz kokularının birbirine karıştığı inişli çıkışlı patikalarda yapılan bir yürüyüş, her biri bir film setini anımsatan köylerde sona eriyor.
Cehennem Kapısı
TÜRKMENİSTAN
Türkmenistan’da, Karakum Çölü’nün tam ortasında bulunan “Cehennem Kapısı”, 69 metre genişliğe ve 30 metre derinliğe sahip bir krater. Gerçek adı Darvaza Krateri. Darvaza kelimesi, kapı anlamına geliyor. 1971 yılında bir petrol sondajının çökmesi sonucu meydana gelen bu ilginç oluşum, bölgedeki doğalgaz rezervleri nedeniyle neredeyse 50 yıldır yanmaya devam ediyor. Çukurun içerisine sızan gaz, çevreye zarar vermemesi için mühendisler tarafından tutuşturulmuş. Ateşin birkaç hafta içinde söneceği tahmin edilmiş, fakat tahminler tutmamış. İçi kaynayan çamurla dolu dev çukur hâlâ yanmayı sürdürüyor.
Video: National Geographic Channel
Ölüler Festivali
BELİZE
Ölüler Günü (Dia de Muertos), İspanyoların ve Latin Amerikalıların kutladığı, amacı ölüleri anmak olan bir gün. Bu geleneğin kökleri Azteklere kadar uzanıyor. Gerçek ölümün unutulmakla olduğuna inanıldığından, bu özel günde ölenler için mumlar yakılıyor, aile üyeleri mezarlıkta buluşuyor. 31 Ekim’de çocukların, 1 Kasım’da ise yetişkin ölülerin yeryüzüne indiğine inanılıyor. Ruhların yolunu bulabilmesi için Cempasuchil denen çiçekler ve ölenlerin sevdiği yemekler yapılıyor. Ölüler Günü Meksika’nın Oaxaca kentinde festival olarak kutlanıyor ve o gün ülkede resmi tatil uygulanıyor. Festivalin adının “Ölüler Festivali” olduğuna bakmayın, ölüme inat her yer rengârenk süsleniyor. Her sokaktan bando ve müzik sesleri yükseliyor. Yüzlerini boyayan insanlar, ilginç ama rengârenk kıyafetleriyle yürüyorlar, çılgınca dans edip eğleniyorlar. Bugünün en öne çıkan figürü olan kafatasları ve iskelet kostümleri, 19. yüzyılın başında yaşamış karikatürist ve aktivist José Guadalupe Posada'nın çizimlerinden esinlenerek yapılıyor.
Video: National Geographic Channel
Büyük Mavi Çukur
BELİZE
Büyük Mavi Çukur, Orta Amerika ülkelerinden Belize açıklarında bulunuyor. Dünyanın en iyi dalış noktası kabul edilen çukur, 305 metre çapında ve 146 metre derinliğinde. 1971 yılında efsanevi deniz biyologu ve belgeselci Jaques-Yves Cousteau tarafından dünyaya tanıtılan bu ilginç jeolojik oluşumun Buz Çağı’nın ardından suların yükselmesi sonucunda, büyük bir mağaranın tavanının çökmesi ile meydana geldiği düşünülüyor. Büyük Mavi Çukur’a dinsel bir anlam yükleyen yerel halk ise mağarada yaşadıkları kabul edilen tanrıların insanlara küsüp mağarayı terk ettiklerine ve bu terk ediş sonrası mağaranın çöktüğüne inanıyor. On bin yıldan daha uzun bir zaman önce oluştuğu tahmin edilen bu sualtı obruğu, günümüzün en heyecan verici ve büyüleyici dalış alanlarından birisi olarak kabul görüyor.
Petra Antik Kenti
ÜRDÜN
Petra antik kenti, Ürdün’ün güneyindeki kumtaşı ve granit kayalardan oluşmuş derin bir çöl vadisinde yer alıyor. Görüntüsüyle Mars yüzeyini anımsatan bu vadi, “Dünyanın Yedi Yeni Harikası”ndan biri kabul edilen Petra kentine ev sahipliği yapıyor. Milattan önce 400 civarında ticaretle uğraşan göçebe bir Arap topluluğu olan Nebatiler tarafından kurulan bu antik kent, bu tarihten sonra ticaret sayesinde zenginlik kazanmış. Ne var ki MS 104 yılında Roma hâkimiyetine girmekten kurtulamamış. MS 363 yılındaki deprem de, ticari önemi giderek azalan şehrin sonu olmuş. 1812 yılında İsviçreli gezgin Johann Burckhardt tarafından keşfedilene kadar bir sır olarak kalan Petra, kaya bloklarına oyulmuş tapınakları, amfitiyatrosu, mezarları ve rölyefleriyle günümüzde her yıl milyonlarca turisti kendine çekiyor. Antik kente, taşların renginden dolayı Gül Şehri de deniyor.
Video: National Geographic Channel
San Fermin Boğa Festivali
İSPANYA
İspanya’nın Navarra bölgesinde, Pamplona kentinde her yıl 6-14 Temmuz tarihleri arasında gerçekleşen ve “Boğa Festivali” olarak da bilinen San Fermin, İspanya’nın dünyaya kazandırdığı popüler festivallerden biri. Festival, şehrin ilk başpiskoposu ve koruyucusu Aziz Fermin anısına düzenleniyor. Festivalin ilk dönemlerdeki amacı, idam edilerek öldürülen ama ruhunun hâlâ şehrin üzerinde dolaşarak kötülükleri uzaklaştırdığına inanılan din adamını anmak iken, günümüzde çılgınca bir eğlencenin merkezi olmuş durumda. Boğaların 800 metrelik bir parkur boyunca insanları kovaladığı koşuda her yıl binlerce kişi yaralanıyor. Buna rağmen eğlence bir an olsun kesilmiyor ve koşunun ardından şehir tam anlamıyla bir parti ortamına dönüşüyor. Spor gösterileri, yarışmalar, konserler ve her gece havai fişek gösterileriyle devam eden festival, 14 Temmuz’da katılımcıların hep birlikte “Pobre de mi” şarkısını söylemesiyle sona eriyor.
Sahra’nın Gözü
MORİTANYA
Bir Afrika ülkesi olan Moritanya’nın çöllerle kaplı iç bölgelerinde yer alan Ouadane kasabası, dünyanın en ilginç jeolojik yapılardan biri olan Richat Oluşumu’na, diğer adıyla “Sahra’nın Gözü”ne ev sahipliği yapıyor. Tam olarak sadece uzaydan görülebilen oluşum, ilk olarak 1965 yılında uzay yolculuğu yapan Gemini 4 astronotları McDiwitt ve White tarafından keşfedilmiş. Önceleri meteor düşmesi sonucunda ortaya çıktığı zannedilse de, sonradan bu görünüme aslında su ve rüzgâr erozyonunun yol açtığı anlaşılmış. Göze benzeyen bu ilginç oluşumun yan bölümleri tortul kayaçlardan ve kuvars taşlarından, ortasındaki yuvarlak kısım ise bazalt ve volkanik taşlardan oluşuyor.
Kırmızı Plaj
ÇİN
Dünyanın en büyük sulak alanına sahip olan Çin’in Dawa Bölgesi’ndeki Panjin şehri, ağustos ve eylül aylarında adeta kırmızıya boyanıyor. 132 km² genişliğindeki bir alana yayılan Suaeda salsa bitkisi, sulak alanın üzerini kıpkırmızı bir örtüyle kaplıyor. 400 farklı canlı türüne ev sahipliği yapan bu muhteşem ekosistem, aynı zamanda 20’si koruma altında olan 250 tür kuşun Doğu Asya’dan Avustralya’ya göçleri sürecindeki konaklama noktalarından birini oluşturuyor.
Aoshima Adası
JAPONYA
Japonya’nın sadece 4 bin metrekareden oluşan Aoshima Adası, dünyanın en ilginç yerlerinden biri olma hikâyesini adada yaşayan kedilere borçlu. Ada sakinlerinin fareleri yakalamaları için getirdikleri kediler zamanla kontrolsüz bir şekilde çoğalınca, bu küçücük kara parçası bir “kedi adası”na dönüşmüş. Geçimini balıkçılık yaparak sağlayan ada halkı, kedi nüfusunun sadece altıda birini oluşturuyor.
Afrodisias Antik Kenti
TÜRKİYE
Adını aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit’ten alan Afrodisias antik kenti, Anadolu’nun Karia bölgesinde, günümüzde Aydın ili sınırları içerisinde yer alıyor. Milattan önce 1. yüzyılda Roma İmparatoru Augustus’un özel koruması altına aldığı Afrodisias, bu tarihten sonra başta heykelcilik olmak üzere önemli bir sanat merkezi haline geldi. Tarihte sık sık depremlere maruz kalan kent, özellikle 7. yüzyıldaki depremden sonra bir daha kendine gelemedi ve 12. yüzyılda tamamen terk edildi. Afrodisias kenti, dünyanın gündemine gelmesini ise 1964 yılında bir baraj açılışı için bölgeye gazeteci olarak giden Ara Güler’e borçlu. Ara Güler, bu olağanüstü keşfin öyküsünü şöyle anlatıyor:
Devir 1958. Adnan Menderes’in son zamanlarıydı. Aydın’da valiye gittim. “Adnan Menderes’in açılış yapacağı bir baraj var. Beni oraya gönder, açılışta resim çekeceğim,” dedim. Valinin verdiği şoför dedi ki, “Ben bir kestirme yol biliyorum, oradan gidelim.” Kestirme yoldan giderken yolu kaybettik. Güneş battı ve zifiri karanlık oldu. Gidiyoruz, gidiyoruz, yine aynı kayalıklara geliyoruz. Kaybolduk! Baktım bir ışık var. Bir kahve! Kahveye girdik, adamlar oyun oynuyor. Lüks lambasıyla aydınlanıyordu. Biraz sonra gözüm ışığa alıştı, bir de baktım ki kahvede masa yok. Sütun başlıklarını masa yapmışlar ve üstünde domino oynuyorlar. Tarih ve bugün içi içe yaşıyor. Böyle acayip bir yer hayatımda görmemiştim.
Ara Güler’in çektiği fotoğrafları Time dergisine gönderdikten sonra bir anda dünyanın ilgi odağı haline gelen Afrodisias, 1961’den itibaren New York Üniversitesi öğretim üyelerinden arkeolog Kenan Erim tarafından kazılmaya başladı. Kazılarda ortaya çıkarılan yapılar ve özellikle de göz kamaştırıcı heykel sanatı ürünleriyle Türkiye’nin en önemli tarihi zenginliklerinden biri olan Afrodisias, 1987 yılında UNESCO’nun Dünya Kültür Miras Listesi’ne alındı.
Gizli Plaj: “Playa del Amor”
MEKSİKA
Meksika’da volkanik aktiviteler sonucu oluşmuş Marieta Adaları ve yemyeşil bir adanın ortasındaki devasa bir deliğin içine gizlenmiş Playa del Amor (Aşk Plajı), hiç kuşkusuz dünyanın en görülmeye değer noktalarından biri. Bu bölge Meksika tarafından uzun yıllar askeri denemeler için kullanılmış. Hatta Playa del Amor’un da bir bomba tarafından yaratılmış olabileceği düşünülüyor. Dışarıdan hiçbir şekilde görülmeyen plaja ulaşabilmek için yaklaşık 20 metre uzunluğunda dar bir tünelden yüzerek geçmek gerekiyor.
Domates Festivali
İSPANYA
Her yıl Ağustos ayının son çarşamba günü İspanya’nın Bunol şehrinde kutlanan “La Tomatina” yani Domates Festivali 1945 yılından beri devam eden bir gelenek. Bu geleneğin nasıl başladığı ise halen tartışma konusu. Bazıları, ilk domates savaşının iki pazarcı arasında başladığını öne sürüyor. Kimileri ise kasaba halkının, yönetiminden memnun olmadıkları şehir konseyi üyelerini bir kutlama sırasında domates yağmuruna tutmasıyla bu geleneğin başladığına inanıyor. Sebebi ne olursa olsun, festival sabahı belediye tarafından kamyonlarla şehir merkezine taşınan domatesler, yaklaşık bir saat süren kıyasıya bir savaşın malzemesini oluşturuyor.
Video: Business Insider
Dalga (The Wave)
ABD
Arizona ile Utah’ın kuzey sınırında, geçmişi 190 milyon yıl öncesine dayanan dünyanın en ilginç yerlerinden biri bulunuyor. Kum taşlarının kızıl dalgalar yarattığı pembe renkli tepeler adeta Mars gezegeninden bir manzara sunuyor. Yumuşak ve kırılgan kum taşlarının milyonlarca yıl boyunca erozyona uğramasıyla oluşan bu formasyonu günde sadece yirmi kişinin ziyaret etmesine izin veriliyor.
Machu Picchu
PERU
Peru’daki Machu Picchu Dağı’nın deniz seviyesinden yaklaşık 2.430 metre yüksekliğinde, İnka uygarlığının günümüze bıraktığı en önemli tarihsel miras olan Machu Picchu kenti, 1912’de Amerikalı Profesör Hiram Bingham tarafından keşfedilmiş. Bugün bile ulaşılması çok güç olan kente tırmanmaya çalışan ekipten birkaç kişi uçuruma düşmekten son anda kurtulmuş. Yoğun bitki örtüsüyle kaplı kente ulaştıktan sonra bir hafta boyunca hiçbir bulguya rastlayamayan Prof. Bingham’ın yerlilere insan kemiği bulana 50 sent ödemeyi vaat etmesiyle, bir anda onlarca mezar birden bulunuvermiş. 15. yüzyılda İspanyol istilasına maruz kalan İnkaların ele geçirilemeyen tek kalesi olan Machu Picchu, And Dağları’nın olağanüstü manzarası eşliğinde ziyaretçileri tarihte bir yolculuğa çıkarıyor.
Video: National Geographic Channel
Temel Reis Köyü
MALTA
Popeye Village, Malta’da görülecek yerler arasındaki en eğlenceli noktalardan bir tanesi. Gelenleri karşılayan ilk yapı, sallanan sandalyesiyle Temel Reis’in evi. 1980 yılında Robin Williams’ın başrolde olduğu “Popeye” adlı müzikal için inşa edilen köy, film bittikten sonra çevre halkının buraya sahip çıkmasıyla yok olmaktan kurtulmuş. Tam bir masal mekânı olan Temel Reis Köyü şu anda bir müze ve eğlence merkezi olarak hizmet görüyor.
Salar de Uyuni Tuz Gölü
BOLİVYA
Dünyanın en büyük tuz göllerinden Salar de Uyuni, Bolivya'nın güneybatısında 3.653 m yükseklikte yer alıyor. Titikaka ile birlikte Altiplano Platosu’nun en önemli doğal varlıklarından biri kabul edilen göl, tarih öncesinden kalma birkaç gölün dönüşüm geçirmesiyle oluşmuş. İnce bir su tabakasıyla kaplı olan bölge, kalınlığı 10 cm ile birkaç metre arasında değişen sağlam bir tuz tabakasıyla kaplı. Kuşların göç rotasında yer alan ve filamingoların önemli bir üreme alanı olan Salar de Uyuni, aynı zamanda dünyanın en büyük lityum kaynaklarından biri.
Christiania
DANİMARKA
Danimarka’nın başkenti Kopenhag içerisinde yer alan Christiania, kendi para birimi, bayrağı ve sınırları olan 900 nüfuslu özerk bir mahalle. Girişindeki tabelada “Artık Avrupa Birliği sınırları içerisinde değilsiniz!” uyarısı bulunan Christiania’nın oldukça ilginç bir hikâyesi var. 1970’lerde hippilerce işgal edilen bu bölge hükümet tarafından bir türlü geri alınamayınca, bu bölgenin “alternatif bir toplumsal deney alanı” olarak özerk hale getirilmesine “göz yumulmuş”. Kanunları olmayan, ancak yaşayanların ortak belirlediği ilginç kuralları olan Christiania’da örneğin hiçbir evin kapısı kilitli değil, çünkü kişisel yaşam alanı oluşturmak yasak. Burada yaşayan insanların gündüz üretime katılıp akşam müzik eşliğinde hep beraber eğlendiği Christiania, özellikle müzisyen ve sanatçıların tercih ettiği bir yer.
Silfra Çatlağı
İZLANDA
Kuzey Amerika ile Avrupa kıtasına aynı anda dokunmaya ne dersiniz? İzlanda’daki Thingvellir Ulusal Parkı’nda bulunan Thingvallavatn Gölü, iki kıtayı birbirinden ayıran Silfra Çatlağı ile ziyaretçi akınına uğruyor. Atlas Okyanusu’nu boydan boya geçen 16 bin km uzunluğundaki Orta Atlantik Yarığı’nın üzerinde yer alan bu çatlak, dünyada iki kıta ayrışmasının en net gözlemlendiği nokta. Su altında kıtalar arasındaki mesafenin 50 santimetreye kadar düştüğü bu bölgeye her yıl tüplü ya da tüpsüz dalış yapmak için yüzbinlerce kişi geliyor. Tek sorun, buzullarla çevrili göldeki su sıcaklığının 2-4 derece arasında olması.