Mersin’de Toros’tan geleceğe yatırım!

Toros Tarım

Ar-Ge Merkezi

Bu sayımızdaki seyahatimizin ikinci durağı Mersin. Daha önceden Toros Tarım Mersin İşletmesi’ni ziyaret etmiş, dergimize taşımıştık. Bu kez fabrikanın tam ortasında yer alan, çiçeği burnunda Ar-Ge Merkezi’ne misafir olduk. Çiçeği burnunda dedim ama burası, belgesini 2017 yılında almış ve Türkiye’de bitki besini alanında kurulmuş ilk Ar-Ge Merkezi! Bu alanda da öncü bir rol üstlenen Toros Tarım’ın Ar-Ge Merkezi, 12’si kilit görevde toplam 28 kişilik ekibiyle tarımın geleceğine yönelik çalışmalar yapıyor. Halihazırda yürütülen 13 projenin emanet edildiği ekip gencecik, heyecanlı, yaptığı işe gönülden bağlı bir ekip. Başlarında ise, Toros Tarım’da 10 sene boyunca farklı pozisyonlarda çalışmış, son iki yıldır Ar-Ge Müdürlüğü görevini sürdüren, işini severek yapan ve ekibine güvenen Didem Hanım var. Biz onlarla çok güzel bir gün geçirdik. Şimdi de sizi onlarla baş başa bırakıyor, keyifli okumalar diliyorum.

ESRA TÜZGİRAY KILIÇ

DİDEM TÜMÜK

Ar-Ge Müdürü

“Burası, bitki besleme alanında Türkiye’de kurulmuş ilk Ar-Ge merkezi.”

Öncelikle çok teşekkür ederiz bizi ağırladığınız için. İsterseniz sizinle başlayalım. Ne kadar zamandır Tekfen ailesindesiniz, biraz tanıyabilir miyiz sizi?

Tabii, öncelikle ben de teşekkür ederim Ar-Ge Merkezimizi ve kendimizi tanıtma fırsatını verdiğiniz için. 2003 ODTÜ Kimya Mühendisliği mezunuyum. Okuldan sonra farklı sektörlerde Kimya Mühendisi olarak çalıştıktan sonra 2010 yılında Çevre Uzmanı olarak Toros Tarım’da göreve başladım, yani kariyerime farklı bir alanda devam ettim. Mersin fabrikadaki ilk çevre uzmanıyım. Bu görevi yaklaşık iki yıl sürdürdüm. Daha sonra, geçmişten gelen üretim mühendisliği tecrübemin olması ve bu yönde bir ihtiyaç ortaya çıkması nedeniyle Nitrik Asit Şefliğine geçtim. 2016 yılında Üretim Müdürü oldum ve yaklaşık iki yıl da bu görevi yaptım. 2018 yılından bu yana ise Ar-Ge Müdürlüğü görevini yürütüyorum. Yani yaklaşık 10 yıllık bir yolculuğum var Toros bünyesinde ve bence şanslıyım ki bu süre içinde farklı departmanlarda, farklı bakış açılarıyla çalışma imkânı buldum. Şimdi Ar-Ge Merkezi ile tabii bambaşka bir dünyanın içine girmiş oldum. Bambaşka çevrelerle, üniversitelerle, inovasyona yönelik konularda çalışmaya başlamak kendimi geliştirmem için büyük bir şans oldu.

Toros Tarım Ar-Ge Merkezi’ni bize kısaca anlatabilir misiniz? Toros bünyesinde niçin böyle bir ihtiyaç çıktı? Kuruluşunun hikâyesi nedir?

Önce, neden böyle bir ihtiyaç çıktı sorusuyla başlayayım. Toros, altyapısıyla ve tecrübesiyle çok köklü bir firma. Daha önce de Ar-Ge Merkezi adı altında olmasa bile ürün geliştirme çalışmaları, saha destek ekipleri kapsamında aslında Ar-Ge çalışmaları yapan bir firmaydı. Ancak bu faaliyetler bir Ar-Ge Merkezi altında toplanmamıştı. Dolayısıyla Ar-Ge Merkezi’nin kurulmasıyla bu yöndeki çalışmalar daha sistematik, daha yetkin ve dinamik ekiplerle yapılmaya başlandı. Bir şirketin büyümesi ve geleceğe hazırlanması için Ar-Ge olmazsa olmaz bir ihtiyaç. Ar-Ge’ye yaptığınız yatırım, gerek istihdam açısından, gerek proje ve altyapı açısından aslında bizleri geleceğe hazırlayan, şirketin geleceğini adım adım ören bir yatırım. Bu yapıyı kurumsallaştırmak için 2017 Ağustos ayında T.C. Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı’ndan Ar-Ge belgemizi aldık. Burası, bitki besleme alanında Türkiye’de kurulmuş ilk Ar-Ge merkezidir. Bizden sonra rakiplerimizden de Ar-Ge belgesi alan bir firma oldu. Dolayısıyla sektörümüze öncülük ettik. Sadece sektör olarak değil, il olarak bakarsanız da Mersin’deki az sayıda Ar-Ge merkezinden biriyiz.

İlk olmak her zaman değerlidir. Biraz da merkezin yapısı hakkında bilgi alabilir miyim sizden?

Bir tarafta, merkezimizde tam zamanlı görev yapan 12 kişilik kilit bir ekibimiz var. Bunların tamamı araştırmacılardan oluşuyor. Aralarında farklı disiplinlerden doktora mezunu, doktora öğrencisi, yüksek lisans mezunu ve öğrencisi arkadaşlarımız var. Onun dışında yine fabrika bünyesinde üretimde, laboratuvarda, kalitede görev yapan ve zaman zaman da Ar-Ge projelerine destek veren arkadaşlarımız söz konusu. Onların katkılarını da sayarsak, toplamda 28 eşdeğer zamanlı bir ekip Ar-Ge Merkezimiz için çalışıyor.

Sektör olarak düşündüğünüzde, yurt içinde veya yurt dışında, Toros olarak Ar-Ge çalışmalarında nasıl bir noktadayız?

Global ölçekteki firmalara baktığımız zaman, çok daha uzun süredir Ar-Ge yapan ve bu konuya ciddi bütçe ayıran firmalar var. Tabii hepsinin çalışma alanları ya da odaklandığı noktalar farklı olabiliyor. Özel sektör açısından bakarsanız, Ar-Ge’nin şirketler açısından önemi öncelikle şirketin kârlılığını artırmaktır. Dolayısıyla bizim için de yeni ürün çalışmaları, inovasyona yönelik çalışmalar ve verimliliği artıracak projeler öne çıkıyor. Mesela nano gübre gibi yeni teknolojik ürünlerin geliştirilmesine yönelik bazı çalışmalarımız var. Bizim için ikinci önemli odak noktası da sürdürülebilirlik ve atık değerlendirme. Burada, Mersin’de ve Samsun’da fosfojips atığımız var. Bu atıkların değerlendirilmesi, yani döngüsel ekonomiye yönelik çalışmalar bizim için çok değerli. Yine Yeşil Mutabakat konusu ihracatımız açısından önemli bir konu. Avrupa Birliği, 2050 yılında karbon nötr bir kıta olmayı hedefliyor. Bu kapsamda gübre kullanımını azalt, gübre kaybını engelle ya da daha etkin bitki besin maddesi alımını artır gibi bazı maddeler yayınlanıyor. Bunlara yönelik olarak bizler de çeşitli hazırlıklar yapıyoruz. Yani Ar-Ge olarak biz aslında bugüne değil, ileriye yönelik olarak çalışıyoruz. Dolayısıyla etkin bitki besin maddesi alımından bitki besin maddesi kaybının azaltılmasına, birçok konuda çalışmalar yürütüyoruz.

Şu an devam eden kaç projeniz var?

Aktif olarak devam eden 13 projemiz var. Bunların bir kısmı üniversite-sanayi iş birliği projeleri, ayrıca TAGEM’den (Tarımsal Araştırmalar ve Politikalar Genel Müdürlüğü) ve TÜBİTAK’tan destek aldığımız projeler var. TÜBİTAK 2244 Sanayi Doktora Programı bizim için özellikle önemli. Bu program Türkiye’de ilk kez uygulanıyor. Esas olarak sanayide doktora seviyesinde yetişmiş personel ihtiyacını karşılamaya yönelik bir program. Bu kapsamda üniversitelerle yaptığımız iş birlikleri ile şirketin çeşitli Ar-Ge projelerine yönelik kaynak yaratıyoruz. Programa kabul edilmiş 3 tane projemiz var. Bu projelerde bursla çalışan doktora öğrencilerimizi projenin sonunda, yani doktora mezunu olduktan sonra 3 sene istihdam edeceğiz. Dolayısıyla bir yandan şirketimizin projesi devam ederken bir yandan da doktora öğrencisi yetişiyor ve sonrasında şirketin bünyesine alabileceğimiz yetişmiş insan kaynağı sağlanmış oluyor. TÜBİTAK da bu anlamda bizi destekliyor. Bu bahsettiğim 3 projede, kendi ekibimizden arkadaşlarımız da görev alıyor.

Uluslararası kapsamda iş birlikleriniz var mı?

Avrupa Birliği’nin Horizon 2020 programı kapsamında farklı çağrılar yayınlanıyor. Biz şirketin stratejisine, sürdürülebilirlik hedeflerimize ve kendi gelişim alanlarımıza uygun projelerle ilgili olarak konsorsiyumlarla görüşüyoruz. Bugüne kadar böyle 4-5 tane projeye partner olarak başvurduk, bunlardan ilk aşamayı geçtiğimiz projeler oldu. İklim değişikliğine yönelik bir sürdürülebilirlik projesinde de destek almaya hak kazandık. Hatta bu projede Tekfen Tarım’la birlikte ilerliyoruz. Horizon 2020 projelerinde Türkiye’nin kabul oranı biraz düşük ama yıldan yıla yükseliyor. Hem bu işi nasıl yapacağınızı öğreniyorsunuz hem de üniversitelerin bu tip projelere ilgisi artıyor. Bizim de o konsorsiyumlarda Çukurova Üniversitesi, Eskişehir Teknik Üniversitesi ve Sabancı Üniversitesi’ndeki hocalarla çalışma fırsatımız oldu. Bu tip girişimler bir taraftan iletişim ağımızı genişletirken, bir yandan da farklı projelerde iş birliği yapma potansiyelimizi artırıyor. Bu da bizim için bir fırsat oluyor tabii.

Ar-Ge, yüksek yatırım ve kaynak gerektiren bir alan. Bu açıdan nasıl bir konumdasınız?

Turkishtime dergisinin her sene yaptığı bir “Türkiye Ar-Ge Araştırması” var. Bu araştırmada Ar-Ge harcaması yapan şirketler harcama oranı, patent oranı, araştırmacı sayısı gibi farklı kriterlere göre değerlendiriliyor. Biz ilk kez 2018 yılında bu çalışmaya dahil olduk. 2019 yılında 216’ncı sırada yer alarak ilk 250’ye girdik. 2020’de ise 271’inci olduk.

Ar-Ge ve inovasyonun önemli göstergelerinden biri de patent konusu. Bu konuda neredeyiz?

Bakanlık açısından baktığınız zaman, Ar-Ge merkezlerinden istediği en önemli kriterlerden bir tanesi Fikri Sınai Haklar. Yani, siz yaptığınız çalışmayı tescil ediyor musunuz, faydalı model ya da patente çeviriyor musunuz, bir yayına dönüştürebiliyor musunuz? Aslında bunlar bizim de temel başarı kriterlerimiz içinde değerlendiriliyor. Bizim şu ana kadar 4 adet patent başvurumuz oldu. Bunlar halen değerlendirme sürecinde. Bu süreçler biraz uzun sürebiliyor. Şu ana kadar tescil edilmiş bir patentimiz yok henüz. Diğer taraftan Türk Patent Enstitüsü, özellikle işletme içindeki pratik uygulama ve geliştirmeleri kurumsal hafızaya almak ve tescillemek için “Faydalı Model” adıyla yine bir koruma belgesi veriyor. Bu daha kısa süreli bir belge, patent gibi 20 değil 10 yıl koruma sağlıyor. İşletme içinde yaptığımız birtakım iyileştirmeleri biz faydalı model olarak sunduk. 2019 yılından beri 8 tane faydalı model başvurusu yaptık. Bunlar da şu anda değerlendirme sürecinde. Bir bölümünün 2-3 ay içinde sonuçlanacağını tahmin ediyoruz. Tüm bunlar Ar-Ge Merkezimizin itibarını artıran çalışmalar. Ayrıca bazı arkadaşlarımızın uluslararası dergilerde yayımlanan çalışmaları var.

Yakın dönemde deneme serasını devreye aldınız. Nedir deneme serası? Ar-Ge çalışmalarına nasıl bir katkısı var?

Deneme serası yatırımından önce biz ürünlerimizi sadece bilfiil sahada test edebiliyorduk. Dolayısıyla tamamen kontrollü ortamda, daha fazla ürün test etme imkânımız olmuyordu. Sabancı Üniversitesi’nde birlikte çalıştığımız danışman hocamızın da desteğiyle, tam otomasyonlu bir sera kurduk. Bu, iki bölmeli bir sera. Dolayısıyla sıcaklık ve nem gibi bütün koşulları kontrol edebildiğimiz bir ortam sağlıyor. Buradaki saksılarda bitki yetiştirerek çeşitli deneyler gerçekleştiriyoruz. Böylece yeni geliştirdiğimiz bitki besin maddelerinin katkısı ne kadar, bitkinin bu maddeleri alımı ne seviyede, verimliliğe etkisi nasıl, tüm bunları ölçümleyebiliyoruz. Sera yatırımından önce bu tarz çalışmaları fazla yapma imkânımız olmuyordu. Şu anda 5-6 ay gibi kısa bir sürede yaptığımız denemelerin verim ya da bitki besin maddesi alım çıktılarını görebiliyoruz. Böylece birden fazla denemeyi de kendi içimizde test etme imkânı buluyoruz.

Ar-Ge olarak saha ile organik bir bağınız var mı? Bir geri bildirim mekanizması mevcut mu?

Sahadan dönüş ve öneri almak bizim olmazsa olmazlarımızdan bir tanesi. Bu noktada Hikmet (Tatarhan) Bey ile yakın çalışıyoruz. Hikmet Bey aynı zamanda Tarımsal Teknik Pazarlama Müdürü ve Türkiye’nin her noktasına erişimi var. Hem sahadaki ihtiyaçların tespit edilmesinde hem de saha denemelerinde onlarla birlikte hareket ediyoruz. Dolayısıyla bir ürünün farklı bölge ve sahalarda test edilmesi imkânını buluyoruz. İnsana Ar-Ge ve saha çok ayrı şeylermiş gibi gelse de aslında öyle değil. Tamamen sahayla, özellikle de ziraat mühendislerinden oluşan Tarımsal Teknik Pazarlama ekibiyle temas içinde yürütüyoruz çalışmalarımızı.

Biraz tekrar kendinizden bahsetmenizi istiyorum. Öğrencilik yıllarına dönecek olursak, kimya mühendisliği özellikle istediğiniz bir bölüm müydü? Kariyer olarak bugün ulaştığınız noktadan mutlu musunuz? Bir kadın olarak bu sektörde kendinizi nasıl hissediyorsunuz?

Neden kimya mühendisliği? Biraz tesadüflerle kimya mühendisi oldum. Ben aslında matematik aşığı bir kişiyim. Hedefim de ODTÜ’de matematik okumaktı. Yani kendimi böyle şartlamıştım. Puan olarak matematiğin bir altında da kimya mühendisliği vardı. Tabii o yaşlarda aslında seçtiğiniz mesleği de tam tanımıyorsunuz. Mezun olduğunuz zaman nasıl bir iş yapacağınızı bilmiyorsunuz. Mesela kimya mühendisliği öğrencilerine baktığınız zaman genellikle kadın ağırlıklıdır, ama sahanın tercihi hep erkektir. Çünkü üretim tarafında kadın çalışana biraz mesafeli bakılır. Ben bu açıdan kendimi şanslı görüyorum. Daha önce Şişecam Grubu’nda çalışıyordum. Orada da 5 yıl üretim mühendisi olarak görev aldım. Sonra buraya geldiğimde Toros’un kadın çalışanlara yaklaşımı açısından da çok şanslı çıktım. Özellikle erkek ağırlıklı bir sektörde kadın yönetici olarak doğru iletişim kurabilmeniz çok önemli. Ben buna hep dikkat ettim. Benim en şanslı olduğum konulardan biri de, üretim tarafına geçtiğimde şirketin tepe yönetiminde Esin (Mete) Hanım’ın olmasıydı. Bu bana hep cesaret vermiştir. Türkiye’de gübre sektöründe herhalde ilk kadın üretim müdürü benimdir. Zorlandım mı? Evet, çünkü bir bakıma kendi kalıplarınızı da kırmanız gerekiyor. Zorluklar var, ama bir yandan da başarma isteği var. Ben epeyce iş odaklıyımdır, iş olduğu zaman gece gündüz fark etmez, ama bir taraftan da bir anne kimliğiniz var. Tüm bu dengeleri çok iyi kurabilmek gerekiyor. Şunu söyleyebilirim ki içine girdikçe ben işimi daha çok sevdim.

Ar-Ge Merkezi’nin yöneticiliği bambaşka bir rol. Şu andaki düşünceleriniz neler?

Üretim daha çok bir operasyon işi. Ar-Ge ise yeni ürün, gelişim, iş birlikleri ve gelecek demek. Yani bir taraftan, 10 sene sonrasını düşünerek hareket etmeye çalışıyorum. Bu beni zorluyor mu, evet zorluyor. Ama aynı zamanda beni motive ediyor. Biraz da pozitif bakıyorum hayata, bu nedenle ne kadar tesadüfen hayatıma girmiş de olsa bu meslek, aradan 17 yıl geçtikten sonra bile severek yapıyorum.

OZAN GEZERMAN

Ar-Ge Şefi

“Türkiye’nin bir tarım ülkesi olması, inovasyon ve Ar-Ge çalışmaları açısından bu sektörün diğerlerinden daha ayrıcalıklı olmasını sağlıyor.”

Ozan Bey, önce sizi tanıyalım. Ne zamandır Toros Tarım’da çalışıyorsunuz?

Ar-Ge Şefi olarak 2018 yılından bu yana görev yapıyorum. Ama Toros’ta öncesi de var. 2007’nin sonundan beri, yani yaklaşık 14 yıldır buradayım. Mersinliyim. İstanbul’da 6 yıllık bir iş deneyiminden sonra buraya gelip iş başı yaptım. Önce Üretim Mühendisi olarak başladım, sonra yaklaşık 10 yıl Vardiya Amirliği’nde çalıştım. Bu esnada doktora yaptım. 2018 yılında doktora derecesini alınca ve aynı esnada burada bir Ar-Ge Merkezi kurulunca, yöneticilerimizin inisiyatifi ile Ar-Ge Şefliği’ne getirildim.

Bize bir Ar-Ge projesinin doğuşundan tamamlanmasına kadar olan süreci anlatabilir misiniz? Fikirler nasıl doğuyor, nasıl değerlendiriliyor, nasıl icra ediliyor?

Öncelikle Türkiye’nin bir tarım ülkesi olması, inovasyon ve Ar-Ge çalışmaları açısından bu sektörün diğerlerinden daha ayrıcalıklı olmasını sağlıyor bence. Çiftçinin talebi, ürün gelişiminin ne yönde olması gerektiği konusunda belirleyici unsurlardan biri. Ayrıca dünyadaki gelişmeleri takip ederek, hangi ürünlere yönelmemiz gerektiği konusunda araştırmalar yapıyoruz. Bu yönde gerekli literatür araştırmalarını tamamladıktan sonra laboratuvar çalışmalarımızı gerçekleştiriyoruz. Elde ettiğimiz en gerçekçi ve sanayi uygulamasına en yakın formülasyonları pilot ölçekli deneme çalışmalarıyla finalize ederek, pazarda satılabilir bir ürün haline getirmeyi hedefliyoruz. Bir Ar-Ge projesinin doğuşu ve bu projenin nihai bir ürüne dönüşmesi aşağı yukarı bu şekilde gelişiyor. Tabii yaptığınız çalışmaların ya da ortaya çıkardığınız nihai ürünün yenilikçi bir özelliğe sahip olması ve aynı zamanda bilimsel bir yayın ya da patente dönüşmesi, bizim için işin en ayrıcalıklı yönü oluyor diyebilirim.

Burada bir gününüz nasıl geçiyor? Yani bir iş planınızın üzerinden geçersek neler yapıyorsunuz?

Araştırma geliştirme, adı üstünde, sürekli dinamik olmayı gerektiren ve hiçbir günün bir diğerinin tekrarı olmadığı bir çaba. Gerçekten de her gün, bir önceki günümüzün üzerine ne koyabileceğimizi araştırarak ve inceleyerek, bunun sonucunda farklı şeylere yönelerek geçiyor. Ancak bu sürekli gelişim sürecinin takibi de çok önemli. Örneğin, bir projenin başlangıcındaki proses ya da laboratuvar şartlarının zaman içinde ne şekilde geliştiğini, nihai ürüne ne şekilde yansıdığını her gün anbean takip ediyoruz. Bu zaten proje bazında kendi içinde uzun bir süreç gerektirdiği için, Ar-Ge çalışmalarımız genel olarak takip ve o takibin üzerine neler koyabileceğimiz yönünde gözlemle geçiyor diyebilirim. Gerek yöneticilerimizin gerekse Tarımsal Teknik Pazarlama departmanımızın yönlendirmeleri doğrultusunda, pazar taleplerine göre farklı formülasyonlar geliştirmek, işimizin en önemli kısmını oluşturuyor.

Bu işi Toros çatısı altında yapmak nasıl bir duygu?

Ar-Ge olarak buradaki odak noktamız her ne kadar bir bitkinin gelişimi olsa da, üretim esnasında meydana gelen kimyasal reaksiyonlar da bizim doğrudan ilgi alanımıza giren konular. Biz burada yeni bir gübre geliştirirken, o gübrenin emisyonundan çevre üzerindeki etkilerine kadar her şeyle ilgilenip projelerimizi bu yönde geliştiriyoruz. Burada 15 yıldır çalışan biri olarak, bu anlamda Toros Tarım’ın çok ayrıcalıklı bir yere sahip olduğunu düşünüyorum. Türk tarım endüstrisinin en önemli şirketlerinden biri olduğu için buraya bir şey verebilmek, katabilmek için her gün daha fazla çalışmak zorunda olduğumu hissediyorum. Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki benim çalışmam sadece mesai saatleri sınırları içerisinde kalmıyor. Eve gittiğimde dahi aklım hep buradaki işlerde oluyor. Bu benim için aynı zamanda bir gönül işi. Bir yöneticimiz, bir toplantı esnasında, “Bu işi yaparsa Toros Tarım yapar Türkiye’de!” demişti. Bu söz beni inanılmaz motive etmişti. Gerçekten de burada çalıştığınız her an, işinize daha fazla bir şey katmaya çalışıyorsunuz. Bilimsel bir araştırma yapmak zaten kendi içinde ayrıcalıklı bir şey. Ortada bir sorun var ve siz o sorunu çözmek için bilimden yararlanarak, herkesin yapamadığı bir şeyi yapıyorsunuz. Hele işin içine patent gibi bir üretim girince, o ayrıcalığı daha da fazla hissediyorsunuz. Buraya bir katkıda bulunabilmek, Anadolu tabiri ile söyleyeyim, boynumuzun borcu. Çünkü burası Türk tarımını yönlendiren bir şirket. Hani gelecekte bir gün, emekli olduktan sonra, beni de saygı duyulan biri olarak anarlarsa burada, diyebilirim ki bu benim için çabalarımın en güzel karşılığı olacak.

ALİ HİKMET TATARHAN

Tarımsal Teknik ve Dijital Pazarlama Müdürü

“Ar-Ge’deki genç arkadaşlarımızın ne kadar hızlı yol kat ettiklerini görmekten çok mutluyum.”

Öncelikle sizi tanıyabilir miyiz? Kendiniz ve göreviniz hakkında neler söyleyebilirsiniz?

Ben 1990 yılında Ege Üniversitesi Tarım Ekonomisi Bölümü’nden mezun oldum. Sonrasında Çukurova Üniversitesi’nde pazarlama alanında yüksek lisans yaptım. 1998 yılında Toros’a katıldım. Bugüne kadar şirket çatısı altında birçok farklı görevde bulundum. Teknik eleman olarak başladım, satış temsilciliği, arkasından bölge müdürlüğü yaptım. Batı Akdeniz, Trakya, Ege ve Akdeniz derken ardından Tarımsal Teknik ve Dijital Pazarlama Müdürlüğü görevini üstlendim. Şu an sorumluluk alanımda Trakya, İç Anadolu, Karadeniz ve GAP Bölgeleri var.

Ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz bu bölümde?

Tarımsal Teknik ve Dijital Pazarlama birimi yeni kuruldu sayılır, 2018’de. Ben o zaman bölge müdürüydüm. Geçmişimde çeşitli teknik görevlerde de bulunduğumdan bu göreve uygun gördüler, ben de seve seve kabul ettim. Dijital pazarlama ayağı benim çok ilgimi çeken bir konuydu. Bu bölümün kurulmasındaki amaç, teknik açıdan bizim pazardaki eksikliğimizi gidermekti. Toros Tarım’ın hem kültürünü hem de kurumsal yapısını çiftçiye kadar ulaştırmayı amaç edindik. Bitki beslemede teknik destek verilmesi, tabandan talep yaratılması, yeni ürünlerinin tanıtılması, marka imajının oturtulması, tutundurulması ve müşteri sadakatinin güçlendirilmesi gibi hedefler belirledik. Bununla birlikte Eğitim Otobüsü fikri gelişti. Bu yönde bir proje sunduk, Yönetim Kurulu Başkanımız Hakan Göral’ın vizyoner yaklaşımıyla o proje de hayata geçti.

Bu otobüs ile çiftçiye yerinde eğitimler veriliyor değil mi?

Evet, 7 bölgeye teknik elemanlarımızı konumlandırdık. Trakya ve Karadeniz’de birer, diğer bölgelerde ise ikişer ziraat mühendisimiz var. Bu arkadaşlarımız bayilerimizin bulunduğu güzergâhlarda çiftçilerin ayağına kadar gidip teknik eğitim veriyorlar. Marka imajımızı sahada yaygınlaştırmak gibi bir amaçtan doğmuş olsa da, aslında bu bir sosyal sorumluluk projesi. Çünkü nihayetinde yaptığımız şey çiftçiye kadar gidip, ona toprak tahlilinin ve doğru gübrelemenin önemini anlatmaya çalışmak. Doğru gübreleme için 4D ilkesi vardır; doğru gübreyi doğru dozda, doğru zamanda ve doğru yerde vermek şeklinde. Bunları anlatırken, aslında çiftçileri de eğitmiş oluyorsunuz. Bayilerimiz de devreye girerek müşterilerini bu eğitimlere yönlendirdiler, oralarda çalıştık. Köy kahvelerine gittik, kasabalarda daha geniş katılımlı toplantılar düzenledik. Bu arada, bölgelerdeki teknik elemanlarımızın özel donanımlı araçları da var. Bu araçlarda birçok teknik ekipman mevcut. Bunları kullanarak çiftçiye anında, toprak yapısına göre gübreleme tavsiyeleri verebiliyoruz.

Bunlar çok güzel imkânlar. Çiftçilerin tepkisi ne oldu?

Toros’un marka imajını çok güzel temsil eden bir girişim oldu. Çok güzel pazarlama faaliyetleri gerçekleştirdik doğrusu. Ek olarak birçok ilde seminerler, konferanslar düzenledik. Çukurova Üniversitesi’nden danışmanımız Doç Dr. Bülent Erenoğlu da bize çok destek verdi. Kendisi, Ar-Ge Merkezimizin de danışmanı şu anda. Çiftçilerden çok olumlu tepkiler aldık. Özellikle Karadeniz Bölgesi’nde, çiftçinin eğitime ne kadar aç olduğunu hissediyorsunuz. Oradan çok güzel yansımalar aldık. Yine Kayseri taraflarından güzel dönüşler oldu. GAP Bölgesi zaten bizim marka imajımızın çok güçlü olduğu ve pazar payımızın yüksek olduğu bir bölge. Oradan da bayilerimiz üzerinden çok olumlu mesajlar aldık. 2020’de pandemi nedeniyle faaliyetimize biraz ara vermek zorunda kaldık. Şu an tekrar başladık, hâlâ devam ediyor projemiz.

Teknik pazarlamanın sizde uyandırdığı duygular neler?

Özellikle Eğitim Otobüsü beni çok heyecanlandıran bir proje oldu. Toros’ta ilk defa yapılan bir iş. Böyle bir operasyonun başında olmak beni çok heyecanlandırdı doğrusu. Şu anda Tarımsal Teknik ve Dijital Pazarlama yöneticiliğini iki kişi olarak icra ediyoruz. Klasik gübre operasyonuyla özel gübre operasyonunu birleştirince Türkiye’yi ikiye bölmek durumunda kaldık. Ben Trakya, İç Anadolu, Karadeniz ve GAP Bölgelerine bakıyorum, Ferhat (Ekinci) Bey de Batı Akdeniz, Ege ve Akdeniz’e. Operasyonu birlikte yürütüyoruz. Pandemi yüzünden biraz aksasa da çok güzel gidiyor faaliyet. Biz memnunuz, sahadaki ziraat mühendisi arkadaşlarımız da böyle bir faaliyetin içinde olmaktan mutluluk duyuyorlar. Gerçek görevlerini icra ediyorlar her şeyden önce.

Sizin satışla ilgili bir fonksiyonunuz yok değil mi?

Biz direkt satışa müdahil olmuyoruz; mevcut ürünlerin tanıtımını yapıyoruz, satış potansiyelini artırıyoruz, yeni pazarlar ve müşteriler bulmaya çalışıyoruz. Onun haricinde bizim asli görevlerimizden bir tanesi de Ar-Ge Merkezi’ne teknik destek vermek, çünkü biz sahanın içerisindeki insanlarız. Ar-Ge’deki arkadaşlarımız akademik kariyeri olan, bilimsel çalışma yapabilecek düzeydeki insanlar. Ancak pazarın gerçeklerini bilmek ayrı bir konu. Biz de esasen teknik bir birimiz, ama bizim farkımız sahada olmamız. Bazen öyle talepler geliyor ki çiftçilerimizden, çok güzel bir fırsat doğabiliyor. Bu şekilde Teknik Pazarlama’daki mühendis arkadaşlarımızın dikkatini çeken bir ihtiyaç ya da geliştirilmesini istedikleri bir ürün olursa Ar-Ge’ye iletiyoruz. Bu öneri üzerine bir araştırma yapılıyor. Onun haricinde Ar-Ge’de halihazırda çalışılan projeler var ve bunların sahada uygulanması gereken kısımları olabiliyor. Bugüne kadar birçok proje için sahada deneme alanları kurduk. Bu, çiftçilere tanıtım amaçlı kurulan demo sahalarından tamamen farklı bir şey. Demoda, mevcut bir gübreden ne kadar yüksek verim aldığınızı gösterirsiniz çiftçiye. Oysa elinizdeki yeni geliştirilmiş bir ürünse, bunun sonuçlarını görmek için Ar-Ge ile irtibatlı olarak bir deneme kurarsınız.

Mesela bu denemelerde iyi sonuç alıp çiftçinin benimsemediği ürünler oluyor mu?

Biz tüm ürünlerin pazarda önceden testini yaptığımızdan, o tür reddedilebilecek ürünleri zaten sunmuyoruz. Bir ürünü pazara sunabilmemiz için birkaç yıl geçiyor. Saha denemesi ya da serada saksı denemesi yapmadan hiçbir ürünü piyasaya arz etmiyoruz. Teknik Pazarlama olarak Ar-Ge’de geliştirilen ürünlerin sahadaki durumunu yakından gözlemliyoruz. Eğer kendimiz ikna olmadıysak, ümit vadeden bir ürün değilse, bunu söylüyoruz, “Kusura bakmayın, bunu piyasaya süremeyiz” diye. Ya da güzel bir ürün ise, “Evet, bu ürün çok güzel, fark yarattı diğerlerine” şeklinde bir geri bildirimde bulunuyoruz. Tabii birçok değerlendirme kıstasımız var. Hepsine bakıyoruz. Burada iki kavram var karıştırılmaması gereken. Biri ürün geliştirme, diğeri Ar-Ge. Biz ürün geliştirme kısmında da çok destek veriyoruz Ar-Ge Merkezi’ne. En son bir zeytin besini çıkarttık mesela. Bunun için Zeytincilik Araştırma Enstitüsü’ndeki uzmanlardan, Ege Üniversitesi’ndeki danışman hocalarımızdan bilgi aldık. Saha için en uygun formülasyon ne ise onu uygulamaya çalıştık. Şu an zeytin gübremizin güzel, olumlu sonuçları var; satış rakamlarından da görüyoruz. O yeni bir üründü mesela, daha önce piyasada hiç olmayan bir formülasyondu.

Takibinizde yeni projeler var mı?

Ar-Ge’de çok proje var şu anda üzerinde çalıştığımız. Bir kısmı da bilinmesi istenmeyen projeler. Gizlilik anlaşması yaptığımız bazı kuruluşlar var ortak çalışma yaptığımız. Bu projelerin saha denemelerini Tarımsal Teknik ve Dijital Pazarlama birimindeki arkadaşlarımız yapıyor. Ben de Ar-Ge ile sahadaki arkadaşların koordinasyonunu sağlıyorum, bir bakıma köprü görevi görüyorum. Ayrıca satış-pazarlamadan geldiğim için, Ar-Ge’de geliştirilen ürünlerin kârlılık hedefleri doğrultusunda hangilerinin üretilebileceği konusunda görüş bildiriyorum. Sahadaki arkadaşlarımızdan da çok çılgın fikirler gelebiliyor. Bir kısmını eliyoruz kuşkusuz ama her türlü fikri iletmeleri konusunda serbest bıraktık arkadaşlarımızı, bir tür “think tank” gibi. Mesela bir arkadaşımız, gübreyi mibzerden makarna gibi şerit şeklinde nasıl atarız diye bir öneride bulundu. İlginç bir fikir gerçekten! Umarım gelecekte bu güzel fikirlerle Ar-Ge’den yepyeni ürünler çıkartabiliriz.

Ar-Ge’de nispeten daha genç ve kendini geliştirmeye adamış iştahlı bir ekip var gördüğüm kadarıyla. Sizin saha ve pazar deneyiminiz, ihtiyacı bilmeniz gerçekten önemli.

Evet, ihtiyacı bilmek, asıl konu o! Pazar neyi istiyor, biz onu tespit etmeye çalışıyoruz. Piyasanın benimseyeceği yeni ürünlerin tasarlanması adına fikir veriyoruz arkadaşlara. “Şöyle olursa çok daha iyi olur, biz bunu daha rahat pazarlayabiliriz, buna talep yaratacak çalışmayı yapabiliriz” tarzında yönlendirmelerimiz oluyor. Biz işin teknik kısmına çok girmiyoruz. O, Ar-Ge’deki arkadaşlarımızın görevi zaten. Biz onlara destek oluyoruz. 23 yıldır Türkiye’nin hemen her yerinde görev yaptım. Trakya, Ege, Karadeniz, İç Anadolu… Dolayısıyla pazarın istekleri yönünde az çok fikir sahibiyim. Ayrıca arkadaşların bir ihtiyaçları olduğunda, neyin nereden tedarik edilebileceğini, hangi toprağın hangi bölgede bulunabileceğini söyleyebiliyorum. Bu da işleri hızlandırıyor. Bu toprak meselesi önemli, çünkü birçok farklı toprak çeşidinde denemeler kurmak zorunda kalıyoruz. Sonuçta Karadeniz toprağı farklı, İç Anadolu farklı, GAP Bölgesi farklı, Akdeniz’in çok farklı. Oralardaki teknik arkadaşlarımızdan derhal talep ediyoruz, değişik yörelerin değişik topraklarıyla buradaki serada denemeler kuruyoruz.

Ar-Ge işi biraz da tutku ve heyecan işi, değil mi?

Gerçekten öyle. Genç arkadaşlarımız var ve onların ne kadar hızlı yol kat ettiklerini görmekten dolayı son derece memnunum. Uluslararası projelere bile imza atıyorlar. Tabii Toros bünyesinde Ar-Ge henüz çok yeni bir faaliyet. Onun da kurumsal bir altyapıya oturması gerekiyor. 5-10 yıllık gibi bir süreç içerisinde oturacaktır mutlaka. Ar-Ge çok farklı bir kültür. Avrupalı şirketlere bakıyorsunuz, milyar dolarlar yatırıyorlar Ar-Ge’ye. Çalışanlarının sayısı o kadar çok ki inanamazsınız. Biz henüz yolun başındayız, ancak arkadaşların heyecanını görünce önümüzdeki birkaç yıl içerisinde gerçekten kendimize ait patentli ürünler çıkarabileceğimizi düşünüyorum. Şu an bilgi ve tecrübe biriktiriyoruz. Biz de onlara elimizden geldiğince yardımcı olmaya çalışıyoruz. Kendi deneyimlerimizle Ar-Ge’ye zaman kazandırıyoruz. Pazarda ne gibi durumlarla karşılaşacaklarını önceden bilmek büyük etki yaratıyor onlarda. Bir proje fikri çıktığında dahi soruyorlar, “Bu olur mu, olmaz mı?” Biz aslında burada arkadaşlar için zamana karşı bir avantaj sağlıyoruz, sadece o!

MELİKE OĞUZ

Ar-Ge Uzmanı

“İşin ucu dönüp dolaşıp insan sağlığına, toprak ve bitki sağlığına varıyor. Toros’la yolumun kesişmesinden bu anlamda çok mutluyum.”

Hakkınızda kısa bir bilgi alabilir miyim sizden?

Ege Üniversitesi Biyokimya Bölümü mezunuyum. Yüksek lisansımı Çukurova Üniversitesi Biyokimya Bölümü’nde yaptım. Sonrasında Mersin Üniversitesi’nde Nanoteknoloji ve İleri Malzemeler Bölümü’nde doktoraya başladım. Doktora öğrencisi olduğum sırada, yaklaşık 3,5 yıl önce Toros’la yolum kesişti. Bir yandan doktorama devam ederken Ar-Ge Merkezi’nde çalışacak olmam beni cezbetti açıkçası. Çünkü eğitimime ara vermek istemiyordum. Beni bu anlamda desteklediği için Toros’a gerçekten şükran borçluyum.

Niçin biyokimya? Neydi bu bölümü seçmedeki motivasyonunuz?

Aslında her insanın bu hayatta bir varoluş sebebi var. Benimki de biraz farklı yönlerimi ortaya çıkarmakla ilgiliydi. Dershane eğitimim sırasındaki kimya hocamız biyokimyadan bahsetmişti ve bu branşın iki ayrı disiplini birleştiriyor olması benim çok ilgimi çekmişti. Biyokimya o dönemde sadece Ege Üniversitesi’nde vardı. Türkiye’de tek bir bölüm olması bile, belki o farkımı ortaya çıkarma isteğime hitap etti. İlk yıl kazanamadım, ikinci yıl tamamen kendimi vererek yeniden sınava girdim ve ilk tercihim olarak kazandım. Aslında bu benim bir başarı öyküm aynı zamanda. Hani bir şeyi bu kadar istemek ve sonunda elde etmek! O heyecanla bölümü bitirdim. Kendi çapımda başarılı bir öğrenci oldum.

Sonrasında yüksek lisansa devam ederken hedefiniz neydi?

Benim üniversitede aldığım biyokimya eğitimi daha çok sağlık üzerine, tıp biyokimyasına yakındı. Ama tabii ki insan, bitki, hayvan, yani her türlü canlı ve çevrebilimleri açısından da eğitim aldık. Sonrasında kendi alanımın dışına çıkmak istemeyip, yüksek lisansımı da aynı şekilde biyokimya üzerine yaptım. O zaman aralığında da bir firmada Ar-Ge sorumlusu olarak çalıştım. Yüksek lisans tezimi de çalışma alanımla birleştirerek, atık meyve posalarından çok kıymetli bir gıda katkı maddesi olan pektin üretilmesi konusunda yaptım. Çünkü pektin, ithal edilen bir madde. Çalıştığım konu hem atık geri dönüşümüne, hem de milli üretime vurgu yapan bir konuydu. Sonrasında nanoteknolojiye yöneldim, çünkü yine multidisipliner bir alanda devam etmek istedim. Nanoteknoloji, gelişmekte olan ve sanayinin her alanına uzanan bir konu. Bu noktada Toros’la yolumun kesişmesi de bir tesadüf ve şanstı. Tarımda da aynı şekilde nanoteknolojiye doğru bir gidişat söz konusu ve bunun üzerinde ciddi anlamda çalışılması gerekiyor. İşin ucu dönüp dolaşıp insan sağlığına, toprak ve bitki sağlığına varıyor. Toros’la yolumun kesişmesinden de bu anlamda çok mutluyum; burada olmak beni mutlu ediyor. Daha önce yaptığım çalışmalarda edindiğim bilgi birikimimi de az çok aktarmaya çalışıyorum burada.

Bir gününüz nasıl geçiyor?

Şu anda tez aşamasındayım doktorada. Doktora tez konumuzu 2244 Üniversite Sanayi İşbirliği Programı ile birleştirdik. Benim burada işe başladıktan sonra zaten tez çalışmalarıma başlamam gerekiyordu. Toros ile doktora tezi konusunda ortak bir nokta bulmak için bazı ön çalışmalar yapmıştık. Tam o sırada 2244 Sanayi Doktora Programı açıklandı. Bizim zaten elimizde başvuru yapabileceğimiz güçlü bir projemiz vardı. Kısa bir zaman içerisinde projeyi yetiştirdik, başvurduk ve kazandık. Şu anda tez aşamasında olduğum için günümün çoğu laboratuvarda geçiyor. Çünkü dediğim gibi hem sanayinin ihtiyacını bilmek, o noktadaki ihtiyaçları karşılamak, ama bunu yaparken de bilimsel bir bakış açısı kullanmak gerekiyor. Biz bunu mümkün mertebe yapabildiğimizi düşünüyoruz burada. Şu ana kadar ortaya koyduğumuz, kendimizce başarılı adımlarımız da var. Tabii tez projesi dışında farklı projeler üzerinde de çalışıyorum.

TUĞBA TECİM GELEN

Ar-Ge Uzmanı

“Burada genel olarak araştırmaya yönelik bir teşvik var, bu anlamda özgürlükçü bir ortam var.”

İsterseniz önce sizi tanıyarak başlayalım.

Kimya mühendisiyim. Yaklaşık 3,5 yıldır Ar-Ge Uzmanı olarak çalışıyorum. Öncesinde, mezuniyetimden hemen sonra Bureau Veritas’ta başlamıştım işe. Hükümet Kontratları Departmanı’nda 5 yıl teknik uzmanı olarak çalıştım. Ama benim hep üretime geçme isteğim vardı, çünkü orada daha çok belgelendirme işi yapıyordum. Bazı büyük kurumsal firmalara başvuru yapmıştım. Toros Tarım görüşmeye çağırdı ve şimdi buradayım. 2017 yılının Aralık ayında ben ve dört arkadaşım burada Ar-Ge Uzmanı olarak işe başladık. O zamandan beri de çeşitli projeler üzerinde çalışmaya devam ediyoruz.

Bir gününüz nasıl geçiyor, iş yükünüz, yoğunluğunuz nasıl? Neler yapıyorsunuz burada?

Sabah gelir gelmez öncelikle bir önceki günden kalma işler varsa onlarla ilgileniyorum. Ama çoğunlukla, projelerin ilerleyecek adımlarına göre planlanacak işlerini tamamlamaya çalışıyorum. Ardından o gün yapmam gereken laboratuvar işleri varsa onları planlıyorum. Çünkü laboratuvarda bazen uzun zaman alan işlemler, reaksiyonlar, analizler olabiliyor. Onları önceden planlayıp gün sonuna kadar yetiştirmek gerekiyor. Onun dışında rutin araştırma faaliyetlerini gerçekleştiriyorum ya da hazırlanması gereken raporlamalar varsa onlarla ilgileniyorum.

Burada yapılan Ar-Ge çalışmalarının yurt içinde ve yurt dışındaki konumunu anlamak adına, genç bir araştırmacı olarak sizin bakışınızı merak ediyorum.

Türkiye açısından bence gayet iyi bir seviyede. Genel anlamda sunulan imkânlar ve sistem açısından Türkiye’deki birçok üniversite ile denk ve hatta üzerinde diyebilirim. Ancak dünya geneline baktığımızda, henüz emekleme dönemindeyiz diye düşünüyorum. Çünkü özellikle Avrupa ülkelerinin çok önceden gelen bir birikimleri var, o nedenle de daha hızlı ilerleyebiliyorlar.

Bir Ar-Ge projesi sizce ne zaman başarılı olmuş sayılır? Mesela hiç sonuçsuz kalmış bir projeniz var mı?

Elbette, ama oradan da çıkardığınız bir ders oluyor mutlaka. Bilimsel araştırma genel olarak böyle işler zaten. Bir araştırmada hedeflediğiniz şeye ulaşamasanız bile, o da bir veridir sonuçta. Siz onu makaleleştirirsiniz, literatüre katkıda bulunursunuz, bir başkasına yol göstermiş olursunuz. Hani Edison’un bir lafı var ya, “Ampulü bulmamanın dört yüz küsur tane yolunu buldum!” diye, o başarısızlıkların her biri bile bir veridir. Oradaki her tecrübe size aslında daha iyiye gitmenin başka bir yolunu gösterir veya başka yollar aramaya yönlendirir sizi.

Dolayısıyla burada da bir ürün geliştirirken böyle bakmak lazım.

Buradaki ürünümüz bitki besin maddesi. Serada ya da sahada yaptığımız denemelerin sonucuna bakarak, kontrol gruplarıyla kıyaslayarak değerlendiriyoruz ürünümüzü. Bitkiye faydalı oldu mu, olmadı mı? Ama tek kriter bu değil. Mesela ürün sizin mahsul veriminizi artırmış olabilir, ama yönetmelik kriterlerini karşılamıyordur. Ya da mevcut yönetmelik kriterlerini karşılıyordur, ama gelecekteki beklentileri karşılamama riski vardır. Çünkü örneğin Avrupa, Yeşil Mutabakat ile kriterleri, yönetmelikleri değiştirme yoluna gidiyor. Daha çevreci, doğaya dost şeyler üretmeye yönlendiriyor sizi. Dolayısıyla bunları da düşünerek, “Evet şu anda belki satabiliriz bu ürünü ama iki yıl sonra satamayız!” diyebilirsiniz. O zaman başka geliştirme yollarına gidersiniz. Aslında her projenin sonu başka bir projenin kapısını açıyor, dolayısıyla bizim de her sene projelerimiz giderek artıyor. Her projenin sonunda en az iki üç tane başka projenin yolu açılmış oluyor çünkü.

Peki, mesela sizin memnun kalıp da çiftçi tarafından benimsenmeyen şeyler oluyor mu?

Biraz da Türkiye’deki çiftçinin yapısıyla alakalı bir durum bu. Daha bildikleri, tanıdıkları gübreleri kullanmaya o kadar alışkınlar ki! Daha önce faydasını gördüğü bir ürünü, bilmediği ve risk olarak gördüğü bir ürünle değiştirmek istemeyebiliyor. Bu gibi durumlarla tabii ki karşılaşıyoruz. Fakat bu da zaman içinde değişiyor artık. Yeni nesil çiftçiler daha bilinçli. Toros’un da bu değişimde etkisi var. Eğitim otobüsü olsun, Teknik Satış ekiplerinin çalışmaları olsun, bu değişimi hızlandırıyor.

Çalışmalarınızı Toros çatısı altında yürütmekten mutlu musunuz? Anladığım kadarıyla diğer Grup Şirketleri ile de ilişkileriniz var.

Evet, bir sinerji ortamı var gerçekten. Mesela benim ilgilendiğim bir proje vardı, fosfor fiksasyonu ile ilgili. Tekfen Ventures’ın yeni yatırım yaptığı Phospholutions bu konuda çalışıyor. Daha yatırımı yapılmadan önce bizimle ve Toros Strateji Birimi ile görüşmeleri olmuştu. Ürünlerini hem uygulanabilirlik açısından hem de gübre ile birlikte verilebilir mi diye değerlendirmiştik. Hatta burada bir deneme yapmak için bir maliyet çalışması da yapmıştık. Başka Grup Şirketleriyle bunun gibi çeşitli kesişme alanlarımız oluyor. Burada her konuya çok yönlü bakılıyor. Tekfen’in ve dolayısıyla Toros’un da, özellikle her şeyin üzerinde bir çevresel bakış açısına sahip olmasını seviyorum. “Biz bunu yapacağız ama çevreye zarar verir miyiz?” veya “Daha çevre dostu bir ürün nasıl yapabiliriz?” şeklindeki bakış açısı, aslında beni burada çalışmaya daha da fazla motive ediyor. Onun haricinde burada genel olarak araştırmaya yönelik bir teşvik var, bu anlamda özgürlükçü bir ortam var. Çünkü bir araştırmacının daha verimli olabilmesi için kafasının rahat ve özgür olması önemli. Bu serbestliği hissediyorum burada.

TUBA DEMİRCİ

Ar-Ge Uzmanı

“Şu an üzerinde çalıştığım yavaş salınımlı üre, endüstriyel ölçekte geliştirilebilirse dünyada bir ilk olacak!”

Sizi tanımakla başlayalım mı? Ne kadar zamandır buradasınız?

Mersinliyim, burada doğdum büyüdüm. Marmara Üniversitesi Kimya Mühendisliği’nde okudum. Şu an Mersin Üniversitesi’nde yüksek lisans yapıyorum yine kimya mühendisliği alanında. Toros’la yolum yaklaşık 3,5 sene önce kesişti.

Hangi projelerle ilgileniyorsunuz burada?

Yavaş salınımlı üre üzerine çalışıyorum. Yüksek lisans tezim de aynı konuda. Yavaş salınım mekanizmasının, Yeşil Mutabakat kapsamında da yer aldığı üzere, bitkiye faydasının artırılması ve doğal yönden çözünmesi üzerinde çalışmalarımız devam ediyor. 2019 yılında başladık araştırmalara. 2022 Haziran gibi de bitirmeyi planlıyoruz. Çalışmalarımız şu anda gübre üzerinde ilgili etken maddelerle devam ediyor. Sonrasında kaplama süreçleri ve sera çalışmaları şeklinde ilerleyecek. Onun dışında ben başka gübre çeşitlerine yönelik olarak farklı kaplamalar üzerine de çalışıyorum.

Bir Ar-Ge projesinde süreç nasıl işliyor? Fikir sizden mi çıkıyor, yoksa pazarın talebiyle mi oluşuyor?

İkisi de oluyor aslında. Pazarlamadan, “Çiftçinin şöyle bir şeye ihtiyacı var, bunu yapabilir miyiz?” şeklinde bize talep de gelebiliyor, bizim “Dünyada nasıl çalışmalar yapılıyor?” şeklinde literatür araştırmalarımız sonucunda da bir çalışma başlayabiliyor.

Peki, bir hayal projeniz var mı, “Şunu yapmak isterim bir gün” dediğiniz?

Şu an üzerinde çalıştığım proje, yani yavaş salınımlı üre, aslında dünyada yok. Endüstriyel ölçekte geliştirilebilirse, dünyada ilk olacak. Bu çok gurur verici bir başarı olurdu.

Sizce bir Ar-Ge projesinin başarılı olma kriteri nedir, ne olursa başarıya ulaşmış olur?

Öncelikle bizim buradaki hedefimiz çiftçiye ulaşabilmek. Yani biz burada istediğimiz kadar Ar-Ge çalışması yapalım, o bir şekilde üretime geçip çiftçiye ulaşmazsa, bence başarılı olmuş sayılmaz. Sonuçta biz burada bir üniversite değiliz, bir şekilde Ar-Ge çalışmalarımızın ticarileşmesi ve tüketiciye kadar ulaşması gerekiyor. Bence başarı budur, yani yaptığımız projenin bir şekilde tamamlanıp, ürün bazında ortaya çıkması.

CEMRE AVŞAR

Ar-Ge Uzmanı

“Burayı gerçekten bilimin yapılabildiği bir yer olarak görüyorum, üniversitede olmayan çoğu imkâna burada erişebiliyorum.”

Toros ve Tekfen ailesiyle yolunuz ne zaman nasıl kesişti, bununla başlayalım isterseniz.

Öncelikle bizlere de yer verdiğiniz için çok teşekkür ederim. Ben kimya mühendisiyim. 2010 yılı Gazi Üniversitesi’nden mezun oldum. Ortadoğu Teknik Üniversitesi’nde yüksek lisansa başladım, aynı zamanda orada Araştırma Görevlisi olarak atandım. Böylece hem iş hayatım hem eğitim hayatım üniversitede devam etti bir süre. Yüksek lisansımı o şekilde tamamladım. Kadro konusu maalesef, hele ki ODTÜ gibi üniversitelerde büyük sıkıntı. O nedenle doktoraya devam etmedim, biraz daha alternatif olarak ne yapabilirim diye bakınmaya başladım. Aslen Adanalıyım, Ankara’dan Adana’ya taşındım tekrar. Sonraki bir yıl boyunca hem boş kalmamak hem de biraz sanayiyi tanımak amacıyla küçük ölçekli bir polimer fabrikasında işe girdim. Tabii o güne kadar üniversiteden hiç çıkmamışsınız, bir anda sanayiye giriyorsunuz ve küçük ölçekli bir yerde çalışmaya başlıyorsunuz. Bu beni o kadar bocalattı ki, kendime bir yıl süre tanıdım. Sonunda ya kurumsal bir yere geçerim ya da tekrardan akademik hayata geri dönerim diye düşündüm. O anlamda şansım biraz da rast gitti aslında. Tam bir yılın sonunda oradan ayrılıp Toros Tarım bünyesine katıldım. 2019 Nisan ayında burada çalışmaya başladım. Aslında buraya gelmeden önce gübre hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bu nedenle belli bir süre buradaki işe adapte olmakla geçti. Burada yürütülen bir 2244 TÜBİTAK projesi vardı. Ben de o ekibe dahil oldum Ar-Ge uzmanı olarak. Yeniden doktoraya başladım Ankara Üniversitesi’nde. Yaklaşık iki yıldır Toros Tarım ve Ankara Üniversitesi ortaklığında yürütülen bir projede çalışıyorum.

Hangi konularla ilgileniyorsunuz?

Benim burada odaklandığım konu, atıkların geri dönüşümü ve değerlendirilmesi. Tabii doktora çalışmam da o alanda. Ama öncesinde gübrelerin kekleşmesi ile ilgili çalışmalarım da oldu. Kekleşme dediğimiz, granül şeklindeki gübrelerin depo alanında beklerken birbirleriyle yapışarak formunun bozulması. Bunun giderilmesine yönelik çalışmalar gerçekleştirdik, başka bir uzman arkadaşım olan Aysu (Ulusal) ile birlikte. Birlikte yaptığımız çalışmalardan bir tane derleme makalesi ile bir tane araştırma makalesi çıktı. Tabii burada zaman ilerleyip yapılan çalışmalar fazlalaştıkça çıktılar da artmaya başladı. Bu gerçekten çok gurur verici bir şey.

Atıkların geri dönüşümü konusunda özel bir ilgi alanınız var mı?

Fabrikamızın atığı olan fosfojipsin ikincil bir kaynak olarak kullanımına yönelik çalışmalar yapıyoruz. Katma değeri yüksek ürün geliştirmesi üzerine odaklı çalışmalar yürütüyorum. Bu 7 yıl sürecek uzun bir proje. 2018 yılında başladı, şu anda 3’üncü yılındayız. Tabii aynı süreçte doktora çalışmalarım da devam ediyor. Dolayısıyla sürekli artan bir tempo içerisindeyiz.

Hem üniversite hem küçük ölçekli bir şirket görmüş biri olarak, buradaki Ar-Ge Merkezi’ni nasıl değerlendiriyorsunuz?

Burayı gerçekten bilimin yapılabildiği bir yer olarak görüyorum. Genellikle üniversitelerde imkânlar çok fazladır denir, ama ben üniversitede olmayan çoğu imkâna burada erişebiliyorum. Çok güzel cihazlarımız mevcut. Ciddi analizler gerçekleştirebiliyoruz ve yaptığımız analizlerin doğruluğunu TÜBİTAK gibi kurumsal yerlere, akredite laboratuvarlara numune göndererek teyit edebiliyoruz. Ayrıca çok farklı firmalarla ve üniversitelerle çeşitli iş birlikleri için görüşüyoruz. Merkezimizde kimya mühendislerinin sayısı daha fazla olsa da interdisipliner bir grubuz. Bir biyokimyacı arkadaşımız var, mikrobiyolog arkadaşımız var, fizik mühendisimiz var, ziraat mühendisimiz var... Öyle olunca, çok farklı bakış açılarıyla, daha geniş resimden değerlendirebiliyoruz konuları. Gerçek bir ekip çalışması yürütebiliyoruz ve bu çalışmalardan bence güzel çıktılar da elde ediyoruz. Henüz belki emekleme aşamasındayız, ama zaman ilerledikçe çok daha güzel işler yapacağımıza ben inanıyorum.

MURAT ATUN

Ar-Ge Uzmanı

“Bir Ar-Ge çalışanının önünü açmak için en önemli şey ihtiyaçlarını karşılamaktır ki, burada karşılanıyor.”

Biraz tanıyalım sizi. Ne zamandır buradasınız?

Çukurova Üniversitesi Ziraat Fakültesi Tarla Bitkileri Programı’ndan mezun oldum. Yüksek lisansımı İspanya’da, Cartagena Politeknik Üniversitesi’nde bitki biyoteknolojisi üzerine yaptım. Orada kuraklık genleri üzerine çalıştım. İki yıldır da Toros Tarım Ar-Ge Merkezi’nde Ar-Ge Uzmanı olarak çalışmaktayım.

Burada hangi projelerle ilgileniyorsunuz?

Biz bir gübre üreticisiyiz. Gübrenin üretildikten sonraki nihai hedefi de tarım, çiftçilerimiz. Çiftçilere ulaşırken biz de aracı oluyoruz. Yani hem sera hem saha denemelerimiz olsun, yaptığımız toprak ve yaprak analizleri olsun, gübrenin etkileri ve maliyet analizleri olsun, bunların çiftçiye yansıması, verime yansıması, yani her safhasında biz de çalışmalarımızla destek veriyoruz.

Siz en baştan ziraat mühendisliğini mi istemiştiniz üniversiteye girerken? Yoksa kazandıktan sonra mı şekillendi kariyeriniz?

Benim babam da ziraat mühendisi, ben zaten mesleğe aşina biriyim. Sürekli babamla gezerdim, o sahaya çıktığında. İki ana hedefim vardı üniversitede. Birincisi, genetik bölümünde okumak istiyordum; diğer alan olarak da gerçekten ziraat mühendisliği istiyordum. Çünkü bu ikisinin birbiriyle bağlantılı olduğunu düşünüp, sürekli bunun üzerine yoğunlaşmak istiyordum ki zaten bu hedefimi de gerçekleştirdim. Öncesinde ziraat okuyup yüksek lisansımı da biyoteknoloji alanında yaparak, ikisini birbirine harmanlamış oldum. Diğer mühendislikleri açıkçası düşünmedim. Benim için böylesi daha cazip geliyordu.

İspanya’daki deneyiminizi de katarak, Toros Ar-Ge Merkezi’ni yerel ve uluslararası ölçekte nasıl değerlendirirsiniz?

Şunu rahatlıkla söyleyebilirim ki Türkiye açısından çok önemli bir konumdayız. Burada sahip olduğumuz cihazlar ve imkânlar da Avrupa’daki çoğu yerle eşdeğer. Ne bir hammadde ne de farklı bir cihaz açısından bir sıkıntımız var. İstediğimiz her şey bir şekilde tedarik ediliyor. Bir Ar-Ge çalışanının önünü açmak için en önemli şey ihtiyaçlarını karşılamaktır ki, burada karşılanıyor. Bu konuda çok iyi bir noktada olduğumuzu söyleyebilirim.

Hayata geçirmek istediğiniz özel bir projeniz, bir hayaliniz var mı? Hani günün birinde yapıp çiftçiye gururla sunmak isteyeceğiniz bir şey?

Fosfor üzerine çalışmayı çok istiyorum. Çünkü fosforun hem asitli hem alkali topraklarda çökme sorunu var. Asitli topraklarda alüminyumla, alkali topraklarda kalsiyumla birleşerek, kalsiyum fosfat ya da alüminyum fosfat tarzı bileşenler oluşturup, gübreyi bitkiye yarayışsız hale getiriyor. Bitki için en önemli elementlerden biri olduğu için bu durum eksikliğine yol açıyor. Bunun toprakta fikse edilebilmesi adına, topraktaki bileşenlere maruz kalmadan direkt yarayışlı bir element olarak korunabilmesi adına çeşitli çalışma ve araştırmalar yapıyoruz. Ama gerçekten kolay bir konu değil. Zaten kolay olsaydı şimdiye kadar çoktan yapılmış olurdu. Benim hayalim açıkçası bunu başarmak diyebilirim.

Derinlemesine bir Ar-Ge çalışmasına dayanmasına rağmen, çiftçinin benimsemediği ve kullanmadığı ürünler oluyor mu? O zaman bütün çaba boşa mı gidiyor?

Bazen oluyor. Neden oluyor? Maliyet çiftçi için çok önemli. Çiftçi bazen en basit gübreyi kullanıp, “Sonuçta gübre attım işte!” diye bakabiliyor olaya. Yani gübrenin ne olduğuna bakmıyor. Çoğu zaman kendi ihtiyacının ne olduğunu da bilmiyor. Babadan duyma, geleneksel yöntemlerle ilerliyor. Hatta ismini bile bilmiyor bazen gübrenin, torbanın renginden ilerleyebiliyor; “Sarı torba attım!” diyebiliyor. Aslında belki o sarı torbadaki x maddesi toprağında var fazlasıyla. Ama illa o gübreyi alıp tekrar tekrar atıyor. Yani gerek olmadığı halde, aslında kendine fazladan masraf yaparak atıyor. O nedenle çiftçilerimizin eğitilmesi çok önemli.

NADİDE MİRAY YAŞLI

Ar-Ge Uzmanı

“Tanıyan tüm arkadaşlarım bana ‘Fabrikanın Polyannası’ diyor, çünkü ciddi anlamda seviyorum burada olmayı!”

İsterseniz kısacık sizi tanıyalım öncelikle. Kimyagersiniz sanıyorum.

Evet, Ankara Üniversitesi Kimya Bölümü mezunuyum. Daha önce 3 yıl kadar bir sabun fabrikasında çalışmıştım. Arada bebeğim oldu, 3 yıldır da buradayım. Şimdi 5 yaşına geldi. O birazcık büyüyünce burada işe başladım. Aslında daha öncesinde de hep istediğim bir yerdi burası, çünkü Mersin fazla büyük bir yer değil iş imkânları açısından. Dolayısıyla uzun zamandır çok istediğim bir yere gelmiş oldum. Çok da mutlu bir şekilde çalışıyorum.

Bir kimyager olarak burada gününüz nasıl geçiyor, neler yapıyorsunuz?

Tanıyan tüm arkadaşlarım bana “Fabrikanın Polyannası” diyor, çünkü ciddi anlamda seviyorum burada olmayı. Her zaman da söylüyorum, evet burada bir ücret karşılığında çalışıyorum ama bir gönül bağım var ciddi şekilde. Elbette gün içerisinde stresli anlarımız oluyor, çok yoğun olduğumuz, işlere yetişemediğimiz zamanlar oluyor. Ama bu da gayet normal.

Hangi projelerle ilgileniyorsunuz?

Ben laboratuvarda çalışıyorum. Ar-Ge Merkezi’ndeki tek kimyagerim. Bu sebeple de laboratuvarda işi olan tüm projelerde varım aslında. Kimisinde direk ekip üyesi olarak, kimisinde ise sadece arkadaşlara destek olarak.

Kimyager ile kimya mühendisi arasındaki fark nedir?

Kimyagerler bir sistemin neyle çalıştığını bilir, kimya mühendisleri de nasıl çalıştığını bilir. Ben ayrımı bu şekilde yapıyorum.

Peki, hayalini kurduğunuz bir proje var mı? Yani, “Şöyle bir şey geliştirmek isterim bir gün imkânım olsa!” diye düşündüğünüz?

Belki tek bir proje bazında değil, ama Ar-Ge’nin genel tanımı içinde ülkemizde üretilmeyen veya üretimi kısıtlı olan hammaddelerin, burada bizim tarafımızdan üretilmeye başlandığını görmeyi çok isterim.

Buradaki laboratuvar imkânlarını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ben hem kalite tarafında hem Ar-Ge tarafında çalışıyorum. Kaliteye destek veriyorum, o tarafı da görüyorum. Topyekûn düşünerek, Toros genelinde buna yorum yapacak olursam, burada bize sunulan imkânların gerçekten önümüzü büyük ölçüde açacak düzeyde olduğunu rahatlıkla söyleyebilirim. Erişmek istediğimiz hiçbir şey için bir engel yok burada. Gerekçelerimizi doğru anlattığımız sürece, hiçbir problem yaşamıyoruz kaynaklara erişmekte. Son teknolojik cihazlara sahibiz, hangi cihaza ihtiyaç duysak yöneticilerimizin desteğini alıyoruz. Yurt dışında hiç çalışmadığım için onu direkt olarak kıyaslayamam ama katıldığımız seminerlerde, konferanslarda iletişime geçtiğimiz kişilerle konuştuğumuzda, aslında aynı seviyede olduğumuzu görüyoruz. Bir cihazdan bahsedildiğinde, “Bizde de var!” diyebiliyoruz. Tabii ki laboratuvar denince derya deniz, sınırsız teknolojiler var. Ama şu anki çalışmalarımız için yeterli imkânlara sahibiz.

Günümüzde herkesin ağzında “inovasyon” var. İnovasyon kelimesi, gübre sektöründe ne ifade ediyor sizin için?

Her konuda sektörü yakından takip ediyoruz. Tarımda birçok yenilikçi ve ilgimi çeken trend var. Mesela bunlardan biri dikey tarım, diğeri de algoritmik tarım. Bunlar çok ilginç konular gerçekten. Algoritmik tarım, verileri toplayarak bir sonraki yıl o veriler üzerinden yeniden ekim yapmak. Böylelikle daha sistematik çalışılabiliyor, ürünün ne kadar geleceği biliniyor, kaç işçi çalıştırılacağı hesaplanabiliyor. Ama bu kabataslak bir hesap değil; tamamen veri analizi ve istatistik hesaplamalarla yapılıyor. Verimin en üst noktaya çıkarılması sağlanıyor.

EZGİ KELLECİ

Ar-Ge Uzmanı

“Üretmeden ne sevgiyi paylaşabiliriz, ne de zenginliği!”

Sizi tanıyabilir miyiz? Biraz geçmişinizden ve Toros’la yolunuzun nasıl kesiştiğinden söz edebilir misiniz?

Ben Ziraat Yüksek Mühendisiyim. Toros’la yollarımız Ocak 2020’de kesişti. Henüz burada yeni sayılırım. Mesleğimin ise 7’nci yılındayım. Ankara Üniversitesi mezunuyum ve yüksek lisansımı zeytin üzerine yaptım. Muğla Ticaret Odası’nın desteklediği bir projede Muğla’nın tüm ilçelerini tek tek, köyleri ile beraber gezerek zeytin üzerine yaptığım bir çalışmam var. Yaklaşık 2,5 sene sürdü. Sonrasında Ankara’da uluslararası bir finans ve tarımsal danışmanlık şirketi olan Alman Frankfurt School’da çalışmaya başladım. Orada çalıştığım süre zarfında, Avrupa İmar Bankası destekli bir projede yer aldım. Türkiye’nin 60 ilini ilçeleri ile beraber gezerek, çiftçi kredileri ile alakalı veri topladım. O proje beni çok geliştirdi. İnsanlarla her ortamda ve her yerde konuşabilme, iletişim kurabilme yeteneklerimi geliştirdim. Kadın olarak bunu yapmak pek kolay olmasa da, ben böyle hakkını vere vere yaptım.

Ne güzel bir hikâyeniz var. Bizim eğitim sistemimizde maalesef işler biraz “Puanım buna yetti, o nedenle bu işi yapıyorum!” şeklinde yürüyor. Oysa siz bunu gerçekten gönülden yapmışsınız.

Evet, aslında “Tırnaklarımla kazarak bu noktaya geldim” sözünün hakkını verdim diye düşünüyorum. Çünkü hep şunu gördüm; bir şeyin çıraklığını yapmadan patronluğunu yapamazsınız. Buradaki “patronluk” gerçek anlamda değil tabii; gelişmek anlamında.

Toros’la yolunuz nasıl kesişti?

O dönemdeki çalışma şartlarım maddi açıdan gerçekten iyiydi. Fakat kendime dedim ki, “Tamam, ama sen üretimde değilsin!” Oysa ben birebir tarımın içinde olmak istiyordum. Çünkü benim iki hayalim vardı. Biri veteriner olmak, diğeri de ziraat mühendisi olmak. Canlılarla aramda güçlü bir bağ var. Bunun üzerine Anadolu Grubu’nda işe başladım. Anadolu Etap yeni bir oluşumdu o zaman. Orası da çok köklü bir şirket. Benim için güzel bir deneyim oldu. En önemlisi de sahada çalıştım. Sert çekirdekli meyve grubunda, yani şeftali, nektarin, kiraz, kayısı ve sonrasında elma ve armut sorumluluğunu aldım. Haftanın altı günü çalışıyordum, 12 saat. Sezonda da, yani 4 ay boyunca, haftanın 7 günü 16-17 saati buluyordu çalışmam. Sabaha karşı 4’te kalkıp servise biniyordum. Şartların tüm zorluğuna rağmen bana iyi geldi bu dönem. Fakat bir yerden sonra iş kendini tekrarlamaya başladı. Bedenen de yorgunluk başladı. Biraz daha beyin aktivitesi gerektirecek ve birikimimi biraz da o yönden aktarabileceğim bir iş arzu ettim. Toros da böyle girdi hayatıma.

Peki, tam bu noktada, bir ziraat mühendisi olarak nasıl katkı sağlıyorsunuz Ar-Ge’ye?

Buradaki her proje bir laboratuvar aşamasından geçiyor. Ve geçtikten sonra bunun saha denemelerinin yapılması gerekiyor. Biz de burada devreye giriyoruz. Ben buradaki bütün projelerin saha çalışmasında yer alıyorum. Zaten ziraat mühendisi olarak iki kişiyiz, Murat (Atun) Bey ile. Burada olgunlaşmış projelerin sera denemelerini kuruyoruz. Önce serada deniyoruz, sonrasında da saha kısmı başlıyor. Çok güzel bir seramız var. Yeni, Mayıs ayında faaliyete geçti. Ben de burada seranın ilk kuruluşuna birebir tanıklık etmiş oldum. Sonrasında analiz süreçlerimiz başlıyor. Serada ve her gittiğimiz sahada yaprak numuneleri alıyoruz. Bunları laboratuvarda dikkatle inceliyoruz. Ürettiğimiz gübre ile biz ne vermişiz o bitkiye, sonuçta ne çıkmış? O yaprakları analiz ederek biz bunu görmüş oluyoruz. Ona göre de diyoruz ki “Evet, projemizi biraz da şu tarafa kaydıralım veya bu tarafı biraz destekleyelim!” Böylece ekip çalışmasına doğru tekrar bütünleşiyoruz. Gerçekten çok severek yapıyorum bu işi.

Ne güzel! Peki bundan sonraki hedefiniz ne? Gelecekte, mesela 10 yıl sonra bu meslekte nerede görüyorsunuz kendinizi?

Ben kendi adıma Türkiye’nin gelişmesi için tarım ve sanayinin beraber gitmesi gerektiğini düşünüyorum. Türkiye’de ciddi bir doğal yapı var. Kendi adıma daha bütüncül bir şekilde, daha fazla dayanışma içinde, üretim faaliyetlerine daha fazla odaklı bir Türkiye hayal ediyorum. Ben de bu seferberliğin başında olmak istiyorum açıkçası. Çünkü üretmeden ne sevgiyi paylaşabiliriz, ne de zenginliği. Bu ülkenin buna çok ihtiyacı olduğunu düşünüyorum. Yokluğu çok görmüş bir ülkeyiz. Bunu aşmak için kesinkes üretmemiz gerekiyor. Bu gübre olabilir, başka bir şey olabilir. Ama toprağa elimizin değmesi gerekiyor. Çünkü tarım aslında herkesin kendi var oluşunda bulunan, yani kendi çekirdeğinde olan bir şey. O yüzden de 10 yıl sonra akıllı tarımın daha kapsamlı şekilde uygulandığı, üretimin esas olduğu bir Türkiye hayal ediyorum. Ben de bir kadın olarak, farklı bakış açılarıyla beraber, böyle bir konuda liderlik yapmak istiyorum. Başka bir idealim de zeytin ve şarap, yani bağcılık üzerine gitmek. Zeytin ve şarap konusunda kesinlikle bir şeyler yapmak istiyorum. Çok temel iki ürün, dünyada da yeri olan ürünler. Ben hep pozitif bakmaya çalışıyorum, ülkemi de seviyorum. Çalıştığım ortamı daha çok seviyorum, burada çok huzurlu çalışıyorum.

AYSU ULUSAL

Ar-Ge Uzmanı

“Buradaki çalışmalarımızla günü kurtarmaktan çok, sorunlara gerçekten derinlemesine çözümler bulmaya çalışıyoruz!”

Önce sizi tanıyalım. Neler yapıyorsunuz burada, hangi projelerle ilgileniyorsunuz?

Sadece 1,5 senedir buradayım, daha yeni sayılırım. Kimya Yüksek Mühendisi ve Ar-Ge Uzmanıyım. Burada daha çok gübre iyileştirme ve yeni ürün geliştirme projelerinde çalışıyorum. Örneğin gübrenin fiziksel özellikleri üzerine çalışmalar yapıyoruz. Ben Mersin Üniversitesi’nde doktoraya başladıktan sonra, daha çok gübrenin kekleşmesi üzerine çalışmalara başladım. Hatta Cemre (Avşar) ile birlikte çalışmalarımız var bu konuda. Akademik çıktı olarak ilk makalemiz yayımlandı. Yaptığımız çalışmalar paralelinde bu gibi akademik çıktılar da alıyoruz. Toros bünyesinde gübre sektörünün sürdürülebilir üretim hedeflerine ilerlemesini sağlayacak kimyasal ve destekleyici maddeler üzerine doktorama devam edeceğim.

Toros’tan önce başka bir yerde çalışmış mıydınız? Bu ilk iş deneyiminiz mi?

Daha önce çalıştım 4 sene, farklı alanlarda. Yüksek lisansımı atıkların geri dönüştürülmesiyle toprak iyileştirici malzemelerin üretimi üzerine yapmıştım. Bu çalışmam Toros Ar-Ge Merkezi’ne girişte de etkili oldu açıkçası. Şu anda biliyorsunuz Yeşil Mutabakat kapsamında atık dönüşümü ve karbon nötr çalışmaları çok önemli. Bu tip konular şu an Türkiye için henüz çok yeni. Atıklardan üretilebilen farklı birçok gübre türü var. Toros gamının bunlarla genişletilmesi için bu tip projelere bakıyoruz. Yeşil Mutabakat kapsamına uyacak proje çağrıları ile de ilgileniyoruz. Yeni ürün çalışmalarında daha çok sürdürülebilirliğin öne çıktığı ve atıkların girdi olarak kullanıldığı gübrelerin üretimine odaklanıyoruz.

Bu tür çalışmalar için sunulan imkânlar açısından burayı nasıl değerlendirirsiniz?

Benim daha önce çalıştığım sektör metal sektörüydü, daha çok üretimde çalıştım. Tabii Ar-Ge işi bambaşka. Burada yaptığım işi en çok üniversitede araştırma yaptığım zamanla karşılaştırabilirim. Buradaki imkânlar tabii ki çok daha yüksek, konulara daha yaratıcı bakabiliyoruz. En büyük amaçlarımızdan biri ticari ürün geliştirmek olabilir, ama bunun dışında bir Ar-Ge vizyonu geliştirmek adına faklı yaratıcılıkta projeler de yapıyoruz. Mesela karbon nötr çalışmaları aslında biraz böyle. Geleceğe yatırım için yapılan projeler ve bunların altyapısı da literatür çalışmalarıyla oluşturulacak. Belki bir senenin sonunda herhangi bir ürün çıkmaz ortaya ama beş yıl sonrası için çok iyi bir altyapı oluşturursunuz. Bu gibi çalışmaları yapmak için de fırsat buluyoruz burada. Sadece anlık ihtiyaçlara değil, daha ileriye dönük bakabiliyoruz. Daha gerçekçi bir bakış açısı var. Günü kurtarmaktan çok, sorunlara gerçekten derinlemesine çözümler bulmaya çalışıyoruz.

Bir Ar-Ge projesi nasıl doğuyor? “Hey, benim bir fikrim var!” şeklinde mi?

Evet, bir fikriniz olup öyle de ilerletebilirsiniz ama aslında Türkiye’de daha çok cümle “Benim bir sorunum var!” diye başlıyor. Bir sorunum var ve bunu nasıl çözebiliriz? Bununla ilgili önce çeşitli çalışma önerileri düşünüyoruz ve literatür araştırması yapıyoruz. Bu literatür araştırması illa çok akademik kapsamda olmak zorunda değil. Böyle bir çözüm daha önce başka bir firma tarafından bulunmuş mu ya da dünyada bu konuda ne gibi çalışmalar yapılmış diye bakıyoruz. Sonra sorunun teorik kısmını algılayabilmek için uzmanlık alanlarına göre bir ekip oluşturuluyor. Mesela konu mikrobiyoloji ile alakalıysa bir mikrobiyoloğa, kimya ile alakalıysa bir kimya mühendisine, agronomi ile alakalıysa bir ziraat mühendisine devrediliyor. Sonra araştırmaya başlıyoruz birbirimizle paylaşarak bu gibi verileri. Çözüm önerileri getiriyoruz, ortaya detaylı bir analiz koyuyoruz. Daha sonra projenin bütçesel olarak bir değerlendirmesini yapıyoruz. Bu biraz uzun sürebiliyor, çünkü konu bu aşamada biraz daha derinleşiyor, farklı ihtiyaçlar çıkabiliyor. Sonrasında bir raporla yönetime sunuluyor ve karar veriliyor.

Size de sormak isterim, başarılı bir Ar-Ge projesi nedir?

Bu biraz göreceli bence, ne beklediğinizle alakalı olarak. Ama Toros Tarım açısından bakarsak, bizim yüzde 70 hedefimiz yeni bir ürün çıkması. Bu bizim önemli hedeflerimizden biri, ama tüm projeler için geçerli değil. Benim 2244 kapsamında üzerinde çalıştığım proje, Toros’un sürdürülebilirlik hedeflerine de hizmet edecek, ithalatı azaltmaya yönelik bir proje çalışması. Yaptığımız çalışmaların sonunda belki böyle bir ürün elde etmeyi hedefliyoruz ama akademik çıktıların olması da hedeflerimiz arasında. Uluslararası bir çağrıya katılmak ve bir proje grubunda yer almak da bizim için önemli. Her projeden mutlaka ticari bir fayda sağlanacak diye bir şey yok. Projenin sonunda pozitif veya negatif bir sonuç çıkmış olabilir, ama sonuç sonuçtur, mutlaka sizi bir çıktıya ulaştırır. Dünyada yapılan Ar-Ge projelerinin hepsi mutlaka bir sonuca varıyor mu? Bazen varmayabilir, öylece kalabilir, kaynak yetersiz gelebilir ya da detaylıca araştırılamamış olabilir. Bence sadece ertelenen projeler vardır, başarısız proje yoktur.

EŞREF TOPKOÇ

Ar-Ge Uzmanı

“Türkiye’de genellikle ‘İcat çıkarma!’ derler, ama aslında tam tersine icat çıkarmak gerekiyor!”

Biraz sizi tanıyabilir miyiz? Buraya gelişinizin hikâyesi nedir?

Gaziantep Üniversitesi Fizik Mühendisliği Bölümü’nden, ayrıca Anadolu Üniversitesi İşletme ve Dış Ticaret Bölümlerinden de mezun oldum. 2019 yılında burada başladım. Daha önce sağlık, tarım ve enerji sektörlerinde iş deneyimlerim oldu. Üniversite bittikten sonra hem dil bilgimi geliştirmek hem de bir yurtdışı tecrübesini yaşamak için yaklaşık altı ay ABD’ye gittim. Sonra Türkiye’ye döndüm.

Peki bir fizik mühendisi olarak, Toros Tarım Ar-Ge Merkezi’nde neler yapıyorsunuz?

Şu anda yürüttüğüm InoSuit ile ilgili bir program var. Biz o programa Türkiye İhracatçılar Meclisi (TİM) ile birlikte 2019 yılında başladık. TİM’in organizasyonunda, üniversite-sanayi-sektör üçlü iş birliğini geliştirmeye yönelik bir model bu. Tamamen inovasyon kültürü ve bilincini geliştirmeye odaklı bir program. Programa başladıktan sonra takımlarımızı oluşturduk, şu anda tüm tesiste hem beyaz yakadan hem mavi yakadan çalışanların olduğu, toplam 161 kişilik 10 inovasyon takımımız var. Her takımın da birer takım lideri var. Sadece beyaz yakalara değil, aynı zamanda mavi yakalılara da takım liderliği görevleri verdik. Bunu yapmamızın sebebi programı herkesin sahiplenmesi. Çünkü inovasyon, sadece belli bir departmanın veya belli kişilerin değil, bütün kurumun ve tüm çalışanların sahiplenmesi gereken bir olgu.

O zaman Toros bu anlamda doğru bir yer. Çünkü böyle konuları sadece yapmış olmak için yapmayan, felsefe olarak sahiplenen bir kurum.

Doğru, biz bugüne kadar yürüttüğümüz bütün çalışmalarda kurumsallığı hep ön plana alarak ilerledik. InoSuit programını pilot olarak Mersin İşletmesi’nde başlattık, ancak Ceyhan, Samsun ve Torba Fabrikaları ile genel merkezde de inovasyon kültürü ile ilgili çalışmalara başlamayı istiyoruz. Burada en büyük dezavantajımız pandeminin baş göstermesi oldu. Oysa onun hemen öncesinde çeşitli anket çalışmaları yapıp analiz raporlarını hazırlamıştık. Bu anketler bize bir yol haritası çizdi. Nerelerde geliştireceğimiz yönler var, nereleri daha çok desteklemeliyiz, nerelerde iyiyiz, bunları görüp takımları da ona göre oluşturduk. Takımlarda özellikle farklı birimleri bir araya getirdik, çünkü farklı bakış açılarının bir araya gelip herkesin projenin bir ucundan tutmasını istedik. Ama Mart ayında pandemi patlak verdi. Ona rağmen programı yarıda kesmemeye karar verdik. Zorluklarla da olsa çalışmalarımızı devam ettirdik. Ayrıca bülten planımız vardı, bültenimizi çıkarttık. İnovasyon bültenimiz “İnovatif”in ilk sayısını geçtiğimiz Temmuz ayında yayımladık. Bugüne kadar 19 sayı çıktı. Burada sadece kendimize değil, gönüllü olan herkese yer veriyoruz. Bugüne kadar baktım, neredeyse 80-100 kişiye yer vermişiz bültende, hepsi de farklı farklı departmanlardan. İçlerinde Satın Alma’dan da arkadaşlar var, Bakım Müdürlüğü’nden de. Her sayıda yeni bir şey yapmaya çalışıyoruz, röportajlara yer veriyoruz, inovasyonla ilgili, sürdürülebilirlikle ilgili konulara yer veriyoruz. Hazırlığında herkesin gönüllü olarak yer aldığı, tamamen kolektif bir çalışma.

Çok güzel, ben de merakla takip edeceğim. Peki, mezuniyetinizin üzerinden 6 yıl geçtikten sonra, şu anda bulunduğunuz yerden mutlu musunuz?

Bu soru çok isabetli oldu benim için. 2015 yılında Gaziantep Üniversitesi’ndeydim, son senemdi. O dönemde Gaziantep’te ARGİT - Araştırma Geliştirme, Ticaretleştirme Projesi adıyla bir proje pazarı etkinliği oldu. Ben de rüzgâr enerjisinden elektrik üretmeye yönelik yenilikçi bir uygulamalı proje üzerinde çalışıyordum. O zamanki rektörümüzün bir sözü vardı; “Fikri olan beri gelsin” derdi. Rektörümüzün bu çağrısı içimde bir kıpırtı uyandırmıştı. Yani Türkiye’de genellikle “İcat çıkarma!” derler, ama aslında tam tersine icat çıkarmak gerekiyor. Çünkü ülkelerin ve şirketlerin gelişimi için katma değer sağlamamız gerekiyor. Şu an yaptığım bütün projeler de aslında o günü hatırlatıyor.

Ne güzel, yani faydalı olduğunuza inanıyorsunuz.

Aynen, ama tek başıma değil tabii ki! Zaten her zaman onu diyorum, hiç kimse etrafında desteği veya takım birliği olmadan tek başına bir şey yapamaz. İnovasyon dediğimiz şey ortak bir kültür. Bir yenilik ortaya çıkartabilmek için herkesin bu kültüre sahip olması lazım ki, bir arada birlikte yürüyebilelim. O kültürü muhakkak yaymamız lazım Toros Tarım’da. Zaten bu kültürü yaymak için bülten çalışmalarımızı her ay, bu şekilde herkese hitap edecek şekilde yapıyoruz. Onun dışında geçtiğimiz sene, farklı birimlerden farklı kişileri bir araya getirerek ortak sunum çalışmaları gerçekleştirdik. Burada amaç, insanları ortak bir noktada toplamamızdı. Bu sunumları da iki haftada bir yaptık ve yüzde 100 katılım oldu. Ayrıca Bilgi Günleri, pandemiden sonra da Bilgi Webinarları düzenledik. Webinar sonrasında yine bir anket çalışması gerçekleştirdik. Yani inovasyonla ilgili elimizden geldiği kadar farklı farklı etkinliklerde bulunmaya çalışıyoruz. Ar-Ge Merkezi olarak da bu etkinlikleri biz koordine ediyoruz.

DİDEM DEĞİRMENBAŞI BAY

TÜBİTAK Bursiyeri

“Kongrelere katılımda olsun, seyahatlerde olsun, eğitimler konusunda olsun, Toros hiçbir şekilde desteğini esirgemiyor bizden!”

Burada TÜBİTAK Bursiyeri olarak bulunuyorsunuz. Bunun ne anlama geldiğini açıklayarak başlayabilir miyiz?

Elbette. Yaklaşık 2 yıldır burada bursiyer olarak bulunmaktayım. Bir yandan doktoramı yapıyorum, bir yandan da deneysel çalışmalarıma burada devam ediyorum. Baktığınız zaman hem çalışanım, hem değilim. Mesela okul için iki hafta Ankara’ya gidiyorum, sonra buraya gelip 08:00-17:30 mesai yapıyorum. Enstrümantal cihazlarımız var Ar-Ge Merkezimizde, analiz kısmında görev alıyorum.

Doktora tezinizin konusu nedir?

Fosfojips atığının değerlendirilmesi üzerine çalışıyoruz Ankara Üniversitesi ile beraber. Üniversite-sanayi ortaklı bir proje. Doktoram bittikten sonra da 3 yıl buraya hizmet edeceğim. Benim için aynı zamanda iş hayatına da bir hazırlık oluyor.

Bu, özel sektördeki ilk deneyiminiz. Toros’u nasıl görüyorsunuz, burada olmak nasıl?

Kurumsal büyük bir firmayla başlamak güzel bir deneyim oldu. Uygulama alanları ve imkânları geniş. Örneğin geçen dönemde bir kongreye katılmamız gerekti, Toros bunun için bizi yüzde 100 destekledi. Kongrelere katılımda olsun, seyahatlerde olsun, eğitimler konusunda olsun, hiçbir şekilde desteğini esirgemiyor. Burada her türlü Ar-Ge imkânının olması da ayrı bir konu.

Burada yapılan çalışmalar ve elde edilen sonuçlar sektörle ve akademik dünya ile şeffaf bir şekilde paylaşılıyor mu? Paylaşıma ve literatüre yönelik ne gibi çalışmalar yapıyorsunuz?

Zaten çalışmalarımız doktora kapsamında olduğu için, en az iki yayın çıkması gerekiyor literatür için. Sunum yaparken ya da kongrelerde de yaptığımız çalışmalarla ilgili başlıklarımızı veriyoruz ama kendi geliştirdiğimiz yöntemlerin ayrıntılarına girmiyoruz. Böylece hem fabrikanın çıkarlarını koruyoruz, bir yandan da yaptığımız çalışma hakkında bilim dünyasını bilgilendirmiş oluyoruz.

Akademik taraftan bu taraf nasıl gözüküyor?

Akademik taraftan bakınca, biz aslında hiçbir şey görmüyormuşuz, şimdi bunu görüyoruz. Çünkü bizim için her şey kâğıt üstünde. Çalıştığımız cihazlar bile hep laboratuvar ölçeğinde, minyatür cihazlar. Oysa burada bakıma gittiğimizde 3 metrelik bir ısı değiştirici görebiliyoruz. TÜBİTAK 2244 Sanayi Doktora Programı henüz 2-3 yıllık geçmişi olan yeni bir program. Aslında akademi sanayiyi tam tanımıyor, bu nedenle de akademinin yaptığı çalışmalar sanayinin ihtiyaçlarını tam karşılamıyor. Sanayi de sahip olduğu bilgileri ticari kaygılarla paylaşmaktan biraz çekiniyor. O yüzden iki taraf da iş birliğine tereddütlü yaklaşıyor. Ama 2244 Sanayi Doktora Programı bu çekingenliği biraz giderdi. Sözleşme imzalıyoruz proje başında. Böylelikle bilgi alışverişi biraz daha rahatlıyor. Şimdi akademi de daha sıcak bakıyor bu tip projelere.

Peki, son soru, ileride akademik hayat mı, özel sektör mü?

Özel sektör! Çünkü akademik hayatın zorluklarını görüp gelmiş biriyim. Özel sektörü, daha kendini göstererek çalışabileceğin bir yer olarak görüyorum.