DOSYA
Kurtlar Vadisi'nden ayçiçek tarlalarına
Şantiye ziyaretlerini sevdiğimiz bir gerçek. Ulus Kampus’ta fotoğraflardan izlediğimiz projeleri kendi gözlerimizle, gerçek boyutta ve insanlarıyla görmek bambaşka bir heyecan. Yılın ilk bülteninde, ülkemizde güneşin ilk doğduğu yer olan Ardahan’ı ziyaret etmiştik, bu sayıda ise güneşin en son battığı noktadayız. TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları projesinin Gelibolu ve İpsala şantiyelerine yaptığımız ziyaret projenin tamamlanmasına yakın bir tarihe denk geldiği için sahalar daha tenha, alışmış olduğumuz hummalı hallerden daha dingindi. Tabii, Kurban Bayramı öncesi son çalışma gününün etkisi olduğu da muhakkak. Öyle ki, Murat (Ün) ve Osman (Öztan) Şefleri, fazlasıyla hak ettikleri tatillerine zar zor yetiştirdik!
Bu gezide dikkatimi çeken en önemli iki şey, ekibin gençliği ile İş Sağlığı ve Güvenliği’ne atfedilen önem oldu. Gençlere özellikle ileride kendilerini Tekfen’de nerede görmek istediklerini, ayrıca Tekfen’i nerede hayal ettiklerini sorduk. Sorularımız karşısında da çok güzel yanıtlar aldık. Şaşırtan ise, istisnasız konuştuğumuz herkesin, işçi, formen, mühendis, borucu, elektrikçi, ofis elemanı, kısaca kim olursa olsun, biz sormadan İSG’yi konu etmesiydi. İş Sağlığı ve Güvenliği konusundaki bilinç ve kararlılık örnek alınacak düzeyde. Sizleri Gelibolu ve İpsala’nın kahramanlarıyla baş başa bırakmadan evvel, Proje Müdürü ve tüm ekibin sevgili şefi Murat Ün nezdinde, bizi mükemmel ağırladıkları için herkese çok teşekkür ediyoruz.
“19 Mayıs’ta başladık, 29 Ekim’de bitiriyoruz”
MURAT ÜN
Proje Müdürü
Murat Ün’ün doğum tarihi olan 4 Eylül, aynı zamanda onun Tekfen’deki kariyerine başladığı gün. Tekfen’de 21’inci yılını dolduran Ün, bu süreye 13 proje sığdırmış. Suudi Arabistan’da başlayan şantiye hayatı daha sonra Azerbaycan, Bulgaristan, İstanbul Merkez teklif departmanı, Abu Dabi, yeniden Azerbaycan ve sonra Türkiye’de devam etmiş. Murat Ün, birçok hayalini Tekfen’de gerçekleştirme olanağı bulduğunu söylüyor. Bir mühendis olarak, belgesel kanallarındaki “mega yapılar”a benzer projeleri yönetmenin keyfini çıkarmış. Ama ona göre bir projeyi en başarılı kılan şey ne zorluğu ne de kârlılığı. Murat Ün, “Bir projenin başarısı, omuz omuza çalıştığımız ekibi sağ salim ailesine geri gönderebilmektir,” diyor.
TANAP gerçekten çok büyük bir proje ve Tekfen olarak o kadar içindeyiz ki! Azerbaycan’daki platform projemizi düşünün. O platform bu gazı Hazar Denizi’nden çıkartıp Şahdeniz’e iletiyor. Bu platformlarda ortağımız Azfen’le biz vardık. Sangaçal’da bu gazı ayrıştıran tesiste yine ortağımızla bizim emeğimiz var. Daha sonra Gürcistan’daki boru hattı kısmını ortağımız Azfen yaptı. Türkiye’de ise dört parçaya bölünen boru hattının 514 kilometre ile en büyük kısmını (LOT3) biz yaptık. Kompresör ve ölçüm istasyonlarını da yurt çapında yine biz üstlendik. Tekfen olarak TANAP’ta ciddi bir rolümüz var. Bu da bence şirketimiz açısından çok gurur verici.
“Mesai kavramı olsaydı bu proje bitmezdi”
Projemizin adı, TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi. Projemizin kapsamında 4 ölçüm istasyonu (bunlardan birincisi Türkiye’nin Gürcistan sınırında bulunan Türkgözü köyünde, ikincisi Eskişehir’de, üçüncüsü Gelibolu’da ve sonuncusu Yunanistan sınırına yakın İpsala’da); 2 kompresör istasyonu (biri Ardahan’ın Damal ilçesinde, ikincisi ise Eskişehir’de) ve 2 farklı lokasyonda (Posof ve Hanak) lojmanlar bulunuyor. Kapsamımızda mühendislik, satın alma–tedarik ve devreye alma–ilk çalıştırma var. Projemiz, Faz 0 ve Faz 1 olmak üzere iki fazdan oluşuyor. Faz 0, yıllık 6 milyar metreküp gazı Botaş’a, yani Türkiye’ye vermek. Faz 1’de ise yıllık 10 milyar metreküp gaz, Yunanistan üzerinden Avrupa’ya verilecek. Böylece toplamda yıllık 16 milyar metreküp gaz akışı sağlanacak. İlk fazı geçen sene planlanan tarihte bitirip teslim ettik. Türkiye’nin bir ucundan öbür ucuna uzanan tüm bu çalışmalara aynı anda başladık, eşzamanlı olarak yürüttük.
Benim tecrübelerimde, gezdiğim ülkelerde böyle bir projeye hiç denk gelmedim. Mesela boru hattı yapıyorsanız, bir noktadan başlar, döşeye döşeye ilerlersiniz. Burada öyle değil. Aynı anda tam 5 tane kamp kurduk. Normalde her kamp inşaatı projenin üst yönetimini 5-6 ay boyunca hırpalar. Oysa biz çok hızlı hareket ettik. İlk kazmayı vurduğumuz andan itibaren 4 ay içinde bütün kamplarımızda yaşam başlamıştı. Başlama vuruşu toplantısından tam 2 ay sonra hepimiz sahada işe başlamıştık. Hazırlık sürecini çok hızlı geçtik. Ekibi iyi kurduk. Eskiden firmalar makine parklarıyla kendilerini tanımlarlardı, “Benim 100 kamyonum var!” gibi. O devirler çoktan geçti. Kamyonları, makineleri artık kiralayarak bile temin edebiliyorsunuz. Tekfen’in en büyük değeri insan. Gerçekten çok kaliteli bir insan kaynağımız var. Ancak bu sayede tüm bu söylediklerimi yapabiliyorsunuz. Çünkü özveri var, fedakârlık var, aidiyet var.
İşin hep zorluğunu anlatıyoruz, ama o zorlukların üstesinden ekibimizle, çalışma arkadaşlarımızla geliyoruz. Hakikaten çok kaliteli, işini bilen, tecrübeli ve özverili insanlarla çalışıyoruz. Mesai kavramı olsaydı bu proje bitmezdi. Mesai dinlemeden çalıştık. İşverenimiz de mutlu oldu. Bütün kilometre taşlarını yakaladık. Zor bir projeydi, tarihler iddialıydı. Tüm tarihleri yakaladık. İşimizi zamanında bitirdik. Projenin ilk gününden bu yana 3,5 yıl geçti. Sözleşme 2016 Şubat’ta imzalandı, ilk başlama vuruşu toplantımızı 10 Mart 2016’da yaptık, 19 Mayıs 2016’da da sahaya girdik. Teslim tarihimiz normalde 31 Ekim. Ama biz daha anlamlı olacağını düşünerek 29 Ekim’i hedefledik. Teslim yazıları yazıldı, son saha gezileri yapıldı. Projenin devredilmesi için engel teşkil edecek hiçbir şey çıkmadı. Bundan sonrası daha çok evrak ve makyaj işi. Ardından teslimimizi yapıp, sahadan çıkacağız.
“Toplam 3 milyon kilometre uçmuşuz”
Projede çalışan sayımız toplamda 20 bin kişiyi buldu. En yüksek zamanında 5.600 civarında insan çalıştı. Gittiğimiz yerlerde ciddi istihdam yarattık. Damal’da geri göç sağladık. Zaten küçücük bir yer. İş var diye, insanlar göç ettikleri şehirlerden geri döndüler. Eskişehir ve Trakya’da ise tarım daha gelişmiş olduğu için yerel eleman bulmakta biraz zorlandık. Örneğin Mardin’den düz işçi getirmek zorunda kaldık. Öyle olunca kamp kapasitesini genişletme zorunluluğu ortaya çıktı, çünkü başlangıçta herkesi kampta yatırırız diye düşünmemiştik. Şoförü, düz işçiyi, aşçıyı, garsonu ya da inşaat ustasını bölgeden buluruz demiştik. Ama yeterli elemanı temin edemeyince başka bölgelerden insan getirdik.
Buradaki organizasyonda her şantiyenin kendi içinde standart bir yönetimi var. Ancak bazı konuları tek çatıdan idare etmeniz gerekiyor. Mesela yapım müdürümüz, kalite müdürümüz, İSG müdürümüz, bütün şantiyelerden sorumlulardı. O nedenle de yöneticiler olarak hayatımız yollarda geçti. Yönetici ekibin uçuşlarını hesapladık, toplam 3 milyon kilometre uçmuşuz.
“Komutan geliyor!”
Biz çok iyi bir aileyiz burada. Genelde amir olsun, memur olsun, insanlar verilen iş neyse onu yaparlar. Ama burada öyle değil. Burada herkes bir üstünün de yükünü alarak çalışıyor. Bütünlük o kadar sağlam ki insanlar tatile birlikte gidiyor. Çalıştığımız bazı yerler şartlar itibarıyla hakikaten yokluk bölgesiydi. Çevrede yapabileceğin hiçbir şey yok. Buna rağmen, “Ben burayı beğenmedim, gidiyorum!” diyen kimse çıkmadı. Bir sağlık problemi çıkıp giden belki olmuştur. Ama onun dışında herkes işinin başındaydı.
Bu projede çok sayıda kadın personelimiz vardı. Proje ile birlikte ailemiz genişledi. Bekâr gelip nişanlananlar, evlenenler oldu. Bazılarının çocukları doğdu. Damal’da bir kadın jandarma komutanı vardı. Bir gün, “Komutan geliyor” dediler, bir baktık, bir kadın subay geldi. Sonra bizim bir arkadaşımız onunla evlendi.
Her şantiyemizde çalışanımızı mutlu ve huzurlu tutmaya çalışıyoruz. Çünkü küçük bir detay bile havayı o kadar değiştirebiliyor ki! Abu Dabi’de kamp yaptığımız yere 2.800 tane ağaç dikmiştim. Küçücük fidanlardı, giderken hamak bağlıyorduk. İşverenin Bütün Birleşik Arap Emirlikleri’ndeki en iyi kampı seçilmiştik. Bunu bir mektupla da bize bildirmişlerdi. Yakınımızda başka kamplar da vardı. Ne bir ağaç, ne bir çiçek! Neden yaptık? Mars gibi kupkuru bir yerdi orası. Sabah işçi kapısını açtığı zaman, gözü bir yeşillik görsün istedik. Şu ağaçtan bir kuş sesi gelse, burnumuza bir çiçek kokusu çarpsa, insanın psikolojisi değişiyor. Ama ne yazık ki kampı boşaltırken, şartname gereği o ağaçları bıraktırmadılar. Çünkü sahayı aldığın gibi teslim etmen lazım. Yer belediyenindi. Giderken belediye başkanına yalvardım, ağaçlar kalsın diye. Yine de söktürdü. Çok üzülmüştüm.
“İnşaatı herkes yapıyor ama Tekfen her zaman farklıdır”
Petrol ve gaz sektörünü seviyoruz. Özellikleri bakımından farklı bir alan. Sektörün gerektirdiği kültürü de tamamen benimsemiş durumdayız. Türkiye’de bu alanda uzmanlaşmış, Tekfen ölçeğinde başka bir firma yok. İnşaatı herkes yapıyor ama Tekfen her zaman farklıdır. Fark nedir derseniz, birincisi kalite, ikincisi iş sağlığı ve güvenliği… Bizim işçilerimiz buraya nasıl geldilerse, evlerine de aynı şekilde gitmeleri lazım. Bu, ağabeylerimizden görüp aldığımız bir kültür aslında. Bir proje zarar edebilir. Bunu bir şekilde telafi edebilirsiniz. Bir sonraki projede zararını kapatırsın. Bence bir projenin gerçek başarısı, bize hizmet eden, omuz omuza çalıştığımız ekibin sağ salim evine dönebilmesidir.
Bunun için bizlerin ne yapması lazım? Öncelikle eğitim. Bu konuda paradan kaçınmamak lazım. İşçileri eğitiyoruz. Bunlar ciddi şeyler. Bir çocuğa ne öğretirseniz onu yapar. Sahaya gelen bir işçi de bizim gördüğümüz riskleri, tehlikeleri göremeyebilir. Ona yol göstermemiz lazım, çünkü işçi kendi bildiği gibi yaparsa kaza kaçınılmaz oluyor. İSG, bizde ciddi bir kültür oldu. Bu kültürü her çalışanımıza ayrı ayrı yaymaya çalışıyoruz. Aksi takdirde 50 kişilik İSG personeliyle 5.000 kişiyi kontrol edemezsiniz. Bizde bir işçi sahaya geldiği andan itibaren ona bu kültürü aşılamaya başlıyoruz. Bence Tekfen olarak en önemli farkımız bu.
“Şef, bugün 600 ton kaldıracağız!”
Geçmişte, belgesel kanallarında “mega yapılar” tarzında programlar izlerken, böyle büyük ve kompleks projeleri yapabilmeyi çok hayal etmişimdir. Azerbaycan’da ilk platform projesini aldığımızda, “İşte bu!” dedim. Ciddi bir petrol ve gaz tecrübemiz vardı, ama platform bambaşka bir şey. Dar bir alanda, futbol sahası büyüklüğünde bir yerde binlerce kişi çalışıyor. Arı kovanı gibi. Çok sanat isteyen, ince bir işçilik gerektiriyor. Çok iyi organize olmanız lazım. Aksi takdirde iki işi aynı anda, aynı yere denk gelirse çalışamazsınız. Tüm bunları işi yaparken öğrendik. Platformu modüller halinde inşa etmiştik. 100 ton kaldıracağımız zaman, hepimiz heyecanla sahaya iniyorduk. İlk platformu bitirip ikincisine başladığımızda ise, “Şef, bugün 600 ton kaldıracağız!” dediklerinde, sadece “Dikkat edin,” diyorduk. Çok rahatlamıştık ve işi öğrenmiştik. Bence Tekfen’in tarihindeki kilit taşlarından biridir platform projeleri.
“Çocukların fotoğraflarına bakınca beynim tazeleniyor”
İki çocuğum var. Büyük olan Makine Mühendisliği son sınıf öğrencisi. Küçük olan lise üçe gidiyor. Kızımız olmadı, artık gelin seveceğiz. Ben de acayip düşkünümdür kız çocuklarına. Çocuklar benim hassas noktam. Her projede bir panom vardır. Şantiyenin çocuklarının resimleri asılır. “Bu yeni doğdu”, “Bu ilk çocuk” diye getirip resmini asarlar. Sonra sürekli yenileri eklenir ve eskisinin üzerine asarlar. Ben de altı ayda bir hatırlatırım. Böylece bir alttaki resme, bir alttakine, bir alttakine bakarken, projeyle birlikte insanların hayatındaki ilerlemeyi görürsünüz. Millet benim bu huyumu bilir, gelen panoya çocuğunun bir fotoğrafını asar. İşten bunaldığım anlarda, o çocukların fotoğraflarına bakınca beynim tazeleniyor.
Bu projemizde, çalıştığımız bölgelerde özellikle çocuklara yönelik güzel şeyler yaptık. Mesela projenin ilk senesinde İpsala’nın Sarıcaali köyünde bir yaz okulu açtık, çok da başarılı oldu. Çocukları görmeniz lazımdı. Hepsi de pırıl pırıl çocuklar! Her sene yapmak istedik ama sonrasında yapamadık maalesef. Keşke bir tane daha yapabilseydik. Ama projenin en koşuşturmalı zamanlarıydı, ilgilenemedim bir türlü. Ayrıca Eskişehir’de Küllüoba kazısına elimizden geldiğince destek verdik. 5000 yıllık iskeletler buldular. Belki tarihin akışını değiştirecek bir buluş. Damal’da da bir seyir terası yaptık. Baktığınız zaman çok büyük şeyler değil, ama onlar için çok önemli.
“Tekfen’e bir şey olmasın! Ben de Tekfen’de çalışacağım!”
İşle özel hayatı birlikte götürebilmek bir sanat. İş dışında hobiye fazla zaman kalmıyor maalesef. Bizim gibi hayatı şantiyelerde geçen mühendislerin özel hayatları pek olamıyor. Gitar çalmak isterdim, ama olmadı. Sesim de güzel değil. Eşim müzik öğretmeni. Konservatuar mezunu. Benim yüzümden kariyerine son vermek zorunda kaldı. Çünkü ben hep yurtdışındayken, o da mecburen çocuklara baktı. Bu proje sırasında evi Ankara’ya taşıdım, merkez orada diye. Buna rağmen pek görüşemedik. En yoğun zamanlarda işe yetişebilmek için seyahatlerimi hafta sonlarında yapıyordum. O nedenle hiç görüşemez olduk bir süre. Ekip arkadaşlarım da aynı zorlukları yaşadı. Son zamanlarda ise biraz daha rahatım. Hiç olmazsa hafta sonlarını evde geçirebiliyorum.
Çocuklar da içinde bulunduğumuz bu hayattan etkileniyor doğal olarak. Oğlum, 6 yaşındayken bir karikatür çizmiş. Anneannesi hastaydı o ara; bir kalp rahatsızlığı vardı. Bir kalp çizmiş, altına da, “Anneannemin kalbi iyileşsin. Bir de Tekfen’e bir şey olmasın! Ben de Tekfen’de çalışacağım!” yazmış. Artık özel hayatımızı iş hayatımızdan ne kadar ayırabildiğimizi siz anlayın.
“Bize hep ‘Tekfen iyi firma!’ derler!”
OSMAN ÖZTAN
TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi Yapım Müdürü
19 yıllık bir Tekfenli olan Osman Öztan, okulu bitirir bitirmez çalışma hayatına babasının formenlik yaptığı bir yol şirketinde başlamış. Ardından Pakistan’da bir sulama kanalı projesinde üç yıl çalışarak tecrübesini pekiştirmiş. Tekfen’de Suudi Arabistan, Bakû ilk platform ve Kazakistan projelerinin ardından TANAP projesi ile Türkiye’ye dönen Öztan, burada “naçizane” beş projenin yapı müdürlüğünü birden yürüttüğünü söylüyor. Daha önceki deneyimlerinden ötürü Tekfen’i başka firmalarla daha rahat karşılaştırabildiğini ifade eden Öztan, Tekfen’deki yıllarını ayrı bir yere koyuyor.
Çalışırken hep gördük. Özellikle de mühendisler ve inşaat sektöründeki insanlar Tekfen’de çalıştığınızı duyunca hemen, “Tekfen iyi firma!” derler. Tekfen benim için güven, mutluluk ve sorumluluk demek. Biz maaşımızı gününde alırız. Yardıma ihtiyacımız olduğu zaman, ağabeylerimizin ve firmamızın her zaman arkamızda olduğunu biliriz. Bizim için Tekfen bir aile. Hepimiz de aynı düşüncedeyiz. Bazen şantiye ziyaretlerine gelen şeflerimizle akşamları oturup eski projeleri konuşmak büyük haz veriyor. Nezih bir ortam. Bunlar hep hatıralarımızda güzel yer tutacak şeyler. Ağabeylerimiz 30-40 yıl çalışmışlar, umarım bize de nasip olur bu yıllar. Şimdi projemizin sonuna geldik ama burada olmaktan çok mutluyum. Git denene kadar da burada olacağım.
“Bazen sabah uyandığımda, nerede olduğumu karıştırıyorum”
Bugün İpsala’dayız. On gün önce de buradaydık. İdarenin genel müdürünün de katıldığı bir toplantımız vardı. Toplantımızı yaptık, sonra Damal’a geçtik. Hafta sonu Damal şantiyemizi ziyaret ettik. Çözülmesi gereken birkaç sorun vardı, onları arkadaşlarla konuşup birlikte çözüm ürettik. Pazartesi, günübirliğine Ankara’ya uğradım. Salı sabahı tekrar MS3/MS4 şantiyelerine gelerek, tesislerin devri için idare ile yapılan toplantılara katıldım. Üç yıldır bu düzen böyle devam ediyor. Bazen sabah uyandığımda, nerede olduğumu karıştırıyorum. Artık teslimat öncesindeki son eksiklerimizi tamamlıyoruz. O yüzden de günlerimiz çok yoğun geçiyor.
“Şef, bizim kalıplar gitti!”
Şantiye hayatı demek, bol macera demek. Bakû’da ilk platformu yapıyoruz. Yıl 2003. Deniz işlerinde çalışıyorum. İngiltere’den gelen dalgıçlarımız var. Dalgıçlar eşliğinde özel bir kalıp sistemi kuruyoruz. Kalıpların bir kısmı suyun altında, bir kısmı üstünde. Dalgıçlar kalıpları yerleştirdiler, montajlar yapıldı. Gece saat 00:30’da gece sorumlusu formen aradı. “Şef, bizim kalıplar gitti!” dedi. “Nereye gitti?” diye sorduğumda, “Çok dalga vardı, kalıpları sökmüş. Hepsi denize gitti,” dedi. Sabah olunca baktık ki bizim kalıpların ağır olanları batmış, hafif olanları yüzüyor. Dalgıçlar marifetiyle tüm kalıpları topladık. Sistemi nasıl daha sağlam kurarız diye düşündük. Çünkü aynı şekilde yüksek bir dalga geldiği zaman kalıbı yine dağıtacak. Bu yüzden sistemi dışarıda tekrar kurduk. Ben de dalgaya karşı destek sisteminde birkaç değişiklik yaptım. Böylece deniz yapısını bitirebildik.
“Baskin Robbins'ten dondurmayı kovayla alırdık”
Murat (Ün) Bey’le 2001 yılından beri tanışıyoruz. Suudi Arabistan’da yan yana konteynırlarda kalırdık. Harad projesi, Tekfen’in yine kendini kanıtladığı, 56 inç, 48 inç gibi büyük çaplı ve 650 kilometre uzunluğunda bir boru hattıydı. Proje beş ayrı lokasyondan oluşuyordu. Sabah bir yerden çıktığımızda, akşam aynı yere gelemiyorduk. Biz orada akşamları kendimize eğlence olsun diye yemekler yapmaya başladık. Benim elim yatkındır yemeğe. Sac kavurma, menemen ve sucuklu kavurma yapıyorduk. Fatih (Işıldar) Bey de makarna yapıyordu, tagliatelle. Bizim şantiyelerde Halil Usta’nın yemekleri meşhurdur. Bir gün öğle yemeğinde Halil Usta, “Şef, akşam şeflere yemek yapacak mısın?” diye sordu. O böyle deyince, Halil Usta’nın beni kıskandığını, rakip gibi görmeye başladığını sezdim.
Böyle her akşam kendi aramızda tatlı çekişmeler oluyordu. Arabistan’da zaten akşamları muhabbet etmek dışında yapacak pek bir şey yok. Başka yerlerde kamp dışında da insanların bir hayatı olabiliyor belirli ölçüde, ama Arabistan’da şantiye lokalinden daha iyi bir eğlence mekânı yok. Alpaslan Sümer, Mustafa Kopuz, Fatih Işıldar, Ayhan Sarıoğlu, Turgay Çabalar, Seyhun Solim gibi ağabeylerimiz ve Murat Ün, Doğan Gegeoğlu, Emre Ülger gibi arkadaşlarımızla hep birlikte langırt, okey, kâğıt oynardık. Kaybeden Pizza Hut, KFC, Baskin Robbins ısmarlardı. Hofuf’taki Baskin Robbins’e gittiğimiz zaman, dondurma kovasını testere ile kestirip alırdık. Böyle ortamlardaki ilişkiler unutulmaz oluyor.
“Tekfen, sevdiğiniz işi sevdiğiniz insanlarla yapabileceğiniz bir yer”
ATİLLA KULABER
MS4-İpsala ve MS3-Gelibolu Şantiyeler Şefi
Atilla Kulaber, Türkiye’deki ilk projesini Tekfen’de yapmış. Sonraki yıllarda aralıklarla Tekfen’de çalışan Kulaber, esas formasyonunu burada aldığını söylüyor. Uluslararası projelerde çalışmış olmanın başka firma ve kültürlerle tanışmak bakımından kendisine önemli katkıda bulunduğunu belirten Kulaber, bu sayede Amerikan, Fransız, İngiliz, Alman, İtalyan, Bulgar, hatta Hint ve Sri Lanka kültürleriyle tanıştığını belirtiyor. TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi, Kulaber’in Tekfen’deki üçüncü projesi.
TANAP deyince, Azerbaycan gazını Gürcistan, Türkiye, Yunanistan, Arnavutluk ve İtalya üzerinden tüm Avrupa’ya aktaracak bir boru hattından bahsediyoruz. Proje dizaynına göre taşınan gaz Faz-0’da yılda 6 milyar ve Faz-1’de 10 milyar metreküp olmak üzere toplamda 16 milyar metreküpü bulacak. TANAP, çok önemli bir ticaret ve enerji yolu olacak. Gazı 1.800 kilometre taşımak için kompresör istasyonlarına ihtiyacınız var. Bu istasyonlardan bir tanesi Posof’ta, diğeri Eskişehir’de. Gaz, İpsala üzerinden de Avrupa’ya aktarılacak. Milyarlarca metreküp gazdan bahsediyoruz. Bu gazı ölçmeniz gerekiyor. Burada, bulunduğumuz İpsala (MS4) ve Gelibolu (MS3) şantiyelerinde, taşınan gazı ölçecek istasyonlar inşa ediliyor. Burası, sınıra üç kilometre. Sonrası Yunanistan. Azerbaycan’dan gelen gazı burada ölçüp Avrupa’ya öyle göndereceğiz.
“İnsanız, sosyal varlıklarız”
Hemen her projede olduğu gibi burada da bir kasaba kuruldu. İnsanlar burada kalıyorlar, yiyorlar, içiyorlar. İnsanların evi burası oluyor. Aslında bir kasabada yaşıyorsunuz. Buraya sadece çalışmaya gelmiyoruz. İnsanız, sosyal varlıklarız. Sosyal aktiviteler yapıyoruz. Zaman zaman spor müsabakaları düzenliyoruz. Basketbol oynuyoruz, bisiklete biniyoruz. Kısacası severek çalışıyoruz. Elbette her projenin kendine has dinamikleri var. Örneğin iklim her zaman bir faktördür. Kar yağdığında, bütün müdahalelere rağmen yollar kapandı. Bunlar normal şeyler. Ben hiçbir şeyi zorluk olarak görmüyorum. İnsanlar uzaya gidiyor. Biz burada eğitimini aldığımız bir şeyi yapıyoruz, bize verilen bir görevi icra ediyoruz.
“Benim farkım, aradaki farkı biliyor olmam”
Ben Tekfen’de aralıklarla çalıştım, dolayısıyla başka firmalarda da bulundum. Tekfen’de 20, 30, 40 yıllık ağabeylerimiz var. Çoğu benden çok daha uzun süreler Tekfen’de çalışmış. 30 yıldır Tekfen’de çalışan bir insanın şirketi hakkında olumlu görüş belirtmesi gayet normal, çünkü öyle olmasaydı zaten bunca yıl çalışmazdı. Benim farkım, aradaki farkı biliyor olmam. Bu farkı görerek Tekfen’de güzel bir çalışma ortamı olduğunu söyleyebiliyorum. Mesaim 19:00’da bitiyor. Bazen ertesi gün için hazırlık yapmam gerekiyor. Çıkmam, saat 20:00-20:30’u buluyor. Ona rağmen arkadaşlar, “Şef, bugün toplantı yapmadık, yapmayacak mıyız?” diye beni bekliyor. Onları zorlamadığım halde bunu söylüyorlar. Bir kaynakçıya illa ki yapacağı işi tarif etmek zorundasınız, ama “Çalış!” demek zorunda değilsiniz. O zaten çalışması gerektiğini biliyor.
Tekfen’i tek cümlede özetleyecek olursam, sevdiğiniz işi sevdiğiniz insanlarla yapabileceğiniz bir yerdir. Aynı zamanda aldığınız sorumlulukların üstesinden gelebilmek için gerekli ekip, ekipman ve imkânları size sağlıyor. Sizi tek başınıza bırakmıyor. Bence çalışmak için çok güzel bir yer.
Biz, “biz” olduğumuz için bütün kapılar açılıyor
TURAN ÖVÜL
MS3-Gelibolu Saha Şefi
Karadeniz Ereğlisi’nde dünyaya gelen Turan Övül, Yıldız Teknik Üniversitesi’nden metalurji ve malzeme mühendisi olarak mezun olduktan sonra, başka birçok firmadan teklif aldığı halde asıl hedefi olan Tekfen’de işe başlamak için 9 ay beklemeyi göze almış. Tekfen’deki kariyerine 2010 yılında Abu Dabi’de başlayan Övül, daha sonra Bakû’da Şahdeniz 2 projesine ve oradan da TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi’ne geçmiş. Gelecek sene ilk kıdem ödülünü almak için gün sayan Övül, Tekfen’de çok daha yüksek pozisyonlara gelmeyi hayal ettiğini, ama bunun için daha kırk fırın ekmek yemek zorunda olduğunu söylüyor.
Üniversiteden sonra Tekfen’de çalışmak, en çok arzu ettiğim şeydi. Burada çalışan arkadaşlarım, büyüklerim, ağabeylerim vardı. Ailemle çok yakınımdır. Benim için en önemli şey ailedir. Tekfen, gördüğüm, arkadaşlarımla konuştuğum firmalar arasında bu ortamı sağlayabilen tek şirketti. Bu yüzden Abu Dabi’deki projenin gecikmesine rağmen ısrarla bekledim. Başka iş imkânları çıkmasına rağmen pes etmedim. Sonunda da aileye katıldım. Yeni kardeşlerimle, ağabeylerimle tanıştım. Burada kendimi evimde gibi hissediyorum. Tekfen’de çalıştığım bütün şantiyelerde öyle hissettim, hepsini evim gibi benimsedim. Kendi ailemle nasıl bir iletişim kuruyorsam, beraber çalıştığım tüm arkadaşlarımla da aynı iletişimi kurmaya çalışıyorum. Herkesin derdini dinlemeye çalışıyorum, çünkü benim de derdim dinleniyor. Tekfen’de benim için en önemli şey, kendimi değerli hissetmem. Aynen ailemin bana hissettirdiği gibi. Bu yakın ilişkiler sayesinde, yeni bir projeye başlarken bile hiç yabancılık çekmiyorum.
“Tekfen’de zorlu olmayan hiçbir şantiye yoktur”
Gelibolu şantiyesi 2017 Ekim’de kuruldu, ben de projeye 2018 Nisan’da dahil oldum. Benim burada yaptığım iş, metalurji mühendisliğinden ziyade yönetim. Projeyi güvenli, zamanında ve kaliteli bitirmek. Her şantiyenin kendine göre zorlukları vardır. Tekfen’de zorlu olmayan hiçbir şantiye yoktur. Ben ilk çalışmaya başladığımda, çölde 60 derece sıcakta, 93 kilometrelik boru döşüyorduk. Gerçekten de çok farklı bir deneyimdi. Burada ise farklı zorluklar var. Farklı lokasyonlarda, fakat aynı işverenle çalışıyoruz. Her istasyonda karşılaşılan problem kendine mahsus. Örneğin Damal’daki bir çözüm, bizim için burada geçerli olmayabiliyor. Bu nedenle de tek bir proje olmasına rağmen, aslında farklı projeler gibi değerlendirmek gerekiyor. Bizi en çok zorlayan şeylerden biri bu oldu. Tüm güçlüklere rağmen yapmaya gayret ettiğimiz şey, şartlar ne olursa olsun, beraber çalıştığımız ekip arkadaşlarımızı evlerine sağ salim gönderebilmek, projeyi de zamanında ve Tekfen’e yaraşır şekilde bitirmek.
İş sağlığı ve güvenliği bizim olmazsa olmazımız. Tekfen’de ilk işe başladığım zaman Abu Dabi’deki projenin başında yine Murat (Ün) Bey vardı. Orada, Tekfen’in iş güvenliği anlayışını sahaya yansıttık. Bu anlayış, on senedir daha da gelişerek, BP ve TANAP gibi işverenlerin yüksek standartlarıyla artarak bugüne kadar geldi.
“Tekfen hem gençleşti hem de deneyim kazandı”
Başta Murat Bey olmak üzere yöneticilerden gördüğüm, Tekfen’de yüksek pozisyonlara kolay gelinmiyor. Benim de hedefim tabii yükseklere ulaşmak. Bunu söylerken sesim titriyor, çünkü bu çok büyük bir sorumluluk. Günün birinde Tekfen’de proje müdürlüğü, hatta genel müdür yardımcılığı yapmak tabii ki hayalim, ama bunlar için tabir yerindeyse kırk fırın daha ekmek yemem gerektiğini biliyorum. En çok keyif aldığım projeler, tüm fiziksel zorluklarına rağmen boru hattı projeleri. TANAP gibi büyük bir projeyi yönetmeyi çok isterdim.
Tekfen için ise hayalim, uluslararası projelerde işveren olarak yer alması. Tamamen EPC projelerinde çalışması. Şirketin bu kültüre ve yönetim becerisine sahip olduğunu düşünüyorum. Bana soracak olursanız, Tekfen son on yılda çok gençleşti, çok da deneyim kazandı. Şu anda bulunduğum projeye kendi açımdan baktığımda, sadece Türkiye’de değil, dünyada hiçbir müteahhidin böyle bir işi bu kadar başarılı yönetebileceğini düşünmüyorum. Bu proje aynı şekilde yurtdışında olsaydı, Tekfen bunu da rahatlıkla yapabilirdi.
“Kaynakçılara halı saha ayarladık”
Abu Dabi boru hattı projesinde en büyük zorluklarımızdan biri kaynakçıların çalışma şartlarıydı. Hem sık kamp değiştirme mecburiyeti hem de çöl sıcağından dolayı kaynakçılar zorlanıyordu. Bununla alakalı bir toplantı yaptık. Toplantıda Murat Bey, büyük bir sabırla bütün kaynakçıları dinleyip, teker teker soru ve isteklerine yanıt verdi. Kaynakçıların son isteği halı sahaydı. Murat Bey’le göz göze geldik, “Halı sahayı ayarlarım” dedim. Gerçekten kaynakçılar için kaldığımız şehir olan Madinat Zayed’de bir halı saha ayarladım. Haftada bir akşam, kaynakçıları halı sahaya taşıyıp getiriyorduk. Bu, benim hayatımda hep anlatacağım bir olay. Şantiyelerde en çok hoşlanılan şey futbol sohbetidir.
“Bize karşı hep güleryüzlüler”
Burada, Trakyalılar tarafından çok hoş bir şekilde karşılandık. Bu yörenin insanı çok sıcakkanlıdır. Annem Kırklarelili, kendi ailemden de biliyorum. Biz de aynı sıcaklığı onlara karşı gösterdik. Elimizden gelen yardımı esirgemedik. Mesela yaz kış her hafta römorklar dolusu kullanılmış ahşap hibe ettik. Bunları genellikle yakmak için kullanıyorlar, bazıları da çitlerini tamir ediyorlar. Ayrıca çalışanlarımızı olabildiğince yerel halktan istihdam ettik. Yeri geldi traktörü bozulan çiftçiye tamirci gönderdik, yolda kalan çiftçiyi aracımıza alıp evine bıraktık. Onlar da bunu gördükçe bizi daha fazla benimsedi. Bize karşı hep güleryüzlüler. Biz, “biz” olduğumuz için bütün kapılar açılıyor.
Tekfenli olmaktan dolayı gurur duyuyorum ve sektörden olmayan insanlara dahi bu gururumu belli ediyorum. Bu gururun altında yatan üç şey var: Bir, Tekfen’in aile olması. İki, Tekfen’in iş güvenliği ve çevre konularına duyarlı bir firma olması. Üç ve en önemlisi, prosedür ve şartnamelerin haricinde, belki Türkiye’nin en kaliteli işini yapıyor olması. O nedenle Tekfen’de çalışmak benim için çok büyük bir ayrıcalık.
“Kesinlikle ilk tercihim Tekfen ve yine şantiye olacak”
EJDER ÇAKMUR
TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi Elektrik ve Enstrüman İşleri Müdürü
Gaziantep Üniversitesi Elektrik Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra kısa bir süre telekomünikasyon sektöründe çalışan Ejder Çakmur, 9 yıllık bir demir-çelik sektörü deneyiminin ardından 2011’de Tekfen’e katılmış. Türkmenistan ve Suudi Arabistan’dan sonra da TANAP projesine dahil olmuş. Yıllarca evle iş arasında geçen düzenli bir çalışma hayatından sonra şantiyenin kendisi için pek kolay olmadığını söyleyen Çakmur, diğer yandan projelerdeki zorlukların insanı çok daha fazla motive ettiğini ve özellikle yurtdışında çalışmanın kariyer açısından çok geliştirici olduğunu düşünüyor.
Fabrikada çalışırken her akşam evinize dönersiniz ama inşaat işi öyle değil. Sahaya bir kez çıktıktan sonra dönmek çok zor. Yurtdışından Türkiye’ye gelirken Ankara’da biraz kalırım diye düşünmüştüm. İkinci çocuğum doğmuştu, onlarla beraber vakit geçiririm diye hayal etmiştim ama olmadı. Şimdi buradayız. Aileniz uzakta olunca, arkadaşlarınız da aileniz gibi oluyor. Ateşlendiğiniz zaman odanıza gelip size bakacak olan, yine buradaki arkadaşlarınız. Baktığınız zaman, şantiye hayatı daha farklı ve daha zor. Ama buranın zorluğu da insanı arkadan itiyor. Belki kolay olsa bu kadar çok çalışmazsınız. Amaç, projeyi en erken sürede bitirmek. Bitirdikten sonra ne olacağı ise biraz belirsiz. Benim kesinlikle ilk tercihim Tekfen ve yine şantiye olacak. Şantiyeye giren, buranın havasını alan, bir daha çıkamaz. Zorlanırsınız, küfredersiniz, bela okursunuz, ama o iş bittiği zaman da dünyanın en mutlu insanı siz olursunuz.
“Bu işi en iyi yurtdışında öğrenirsiniz”
Yurtdışında çalışmayı ise özellikle tercih ediyorum. Türkiye’de ilişkiler daha farklı yürüyor. Çalışanlarda ev özlemi oluyor, işçiler daha duygusal bakıyor. Yurtdışında ise disiplini kurmak daha kolay. Bugünkü aklım olsa üniversiteden ilk mezun olduğum zaman yurtdışında bir şantiyeye giderdim. Mezun olduğunuzda teknik donanımınız zaten var. İnşaat projeleri insana mühendislik açısından çok şey katmaz, ama çok iyi araştırma yapıp sahayı iyi öğrenmeniz gerekir. Bir de ikili ilişkilerinizin iyi olması şart. Bunlar olmazsa, üç ayaklı masa gibi, sahada iş yapamazsınız. Bu bir ekip işidir. Halkalardan biri eksik olursa, hiçbir iş yürümez. Bunu da en iyi yurtdışında öğrenirsiniz. Bir işi yönetmeyi, insan idaresini öğrenmenin en doğru yolu, yurtdışına çıkıp orada deneyim kazanmaktır. Genç mühendislere de tavsiyem bu şekilde. Yurtdışına gitsinler, bir-iki yıl çalışsınlar, istiyorlarsa sonra Türkiye’ye geri dönebilirler.
“Aynı anda her şeye hâkim olabilmek çok zor”
Projenin başlangıcında, burada kullandığımız tüm araç gereçleri aldık. Kablosundan tutun da, kablonun ucuna takacağımız klemenslere, aydınlatmalara kadar gerekli malzemelerin satın almasını yaptık. Tedarik işi bir noktaya geldikten sonra da ekiplerle sahaya gittik ve bunların montajlarına başladık. MS1, yani Posof, gazın ilk girdiği yer olduğu için daha yoğun ve stresli bir yerdi. Çünkü gazın bir an önce girmesi gerekiyordu. Murat (Ün) Bey, Osman (Öztan) Bey, Yasin (Bekmezci) Bey, herkes oradaydı. Hepimiz harala gürele, gece gündüz çalıştık.
Bu projenin en büyük zorluğu istasyonların dağınık olması. Eskişehir’de başlıyorsunuz, İstanbul’da mühendislikle toplantı yapıyorsunuz, satın almayla devam ediyorsunuz. Oraları hallediyorsunuz, sonra bir anda kendinizi sahada buluyorsunuz. Bir hafta içerisinde birkaç farklı noktaya gidip geliyorsunuz. Çok parçalı bir proje olduğu için her şeye hâkim olabilmek çok zor. Bir yerde konuştuğunuz bir konuyu sonra nerede konuştuğunuzu unutmaya başlıyorsunuz. “Ben bunu size söyledim!” diyorum, onlar da “Hayır, söylemedin!” diyorlar. Çünkü benim kafam dağılmış. İşin başında daha enerjik oluyorsunuz ama iş ilerledikçe yorgunluklar başlıyor. Bu tip karışıklıkları daha fazla yaşıyorsunuz.
“İşin sosyal tarafı biraz geride kalıyor”
Gittiğim her yerde kısa kaldığım için daha çok iş odaklıyım. Burada kalanlar akşam 7:00-8:00’den sonra dışarı çıkabiliyorlar. Benim ruh halim ise, “Şunu da bitirelim, bunu da bitirelim,” şeklinde oluyor. Öyle olunca da işin sosyal tarafı biraz geride kalıyor.
Bence bu projede Ercan Özbulut’un bulunması hepimiz için önemli bir artıydı. Bunu söylemezsem bana kızar (gülüyor). Kendisi bizim halkla ilişkiler müdürümüz. Sahada biz elektrik hattının direklerini dikerken, tarlaya girip insanlarla muhatap olan o. Biz işimizi yaparken o da insanlarla konuşuyor, onları ikna ediyor. Bu işi yapan bir insanın çok tatlı dilli olması lazım. Kendisi de öyle zaten.
“Kalpleri kazanmanın yolu öncelikle tatlı dil ve dürüstlük”
ERCAN ÖZBULUT
TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi Halkla İlişkiler Müdürü
1988 Rize doğumlu olan Ercan Özbulut, Ankara Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi Sosyoloji Bölümü’nü bitirmiş. Ardından, çevre ve endüstriyel projelerin sosyal etkileri konusunda uzmanlaşmak üzere yüksek lisans programına başlamış. Tez konusu olarak da, Rize’nin Fındıklı ilçesindeki hidroelektrik santrallerinden yola çıkarak, “Hidroelektrik santrallerinin sosyal etkileri” üzerine çalışmaya başlamış. Yarım kalan tez çalışmasını günün birinde tamamlamayı hayal eden Ercan Özbulut, kariyerine bir müşavir firmada, sosyal etki uzmanı olarak başlamış. TANAP projesi ile de o vesileyle tanışmış.
TANAP projesinin çevresel ve sosyal etki değerlendirme sürecinde, projenin güzergâh belirleme aşamasından bütün tasarımına kadar her aşamasında bulundum eski işyerimde. Çevre, arkeoloji ve laboratuvar departmanlarıyla beraber çalıştık. Boru güzergâhını komple gezdim diyebilirim. Hattın geçtiği 21 ilin tamamında halkın katılımıyla toplantılar düzenledik; 500 köyde sosyal etki değerlendirme çalışmaları yaptık. Projenin ne gibi etkileri, avantajları ve dezavantajları olacak diye sunumlar hazırladık. Proje onaylandıktan sonra, işi artık sahada takip etmek istedim. Şantiye tarafını merak ettim açıkçası. O sırada Tekfen fırsatı çıktı karşıma. Araya askerlik girdiği için boru hattı projesinde bulunamadım. Ama daha sonra TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi için Murat (Ün) Bey ile görüştük, anlaştık ve 18 Mayıs 2016 tarihinde işe başladım. Hemen sonrasında, 1 Haziran’da Eskişehir’de ilk kazma vuruldu. Biz de birisi Eskişehir’de, diğeri Ardahan’da, iki halkla ilişkiler uzmanı görevlendirdik. Ben de arada sürekli gidip geldim.
“Burada bulunma amacımız, projenin sosyal etkilerini en aza indirmek”
TANAP uluslararası bir proje olduğu için Dünya Bankası, Uluslararası İmar ve Kalkınma Bankası (IBRD) ve Uluslararası Finans Kurumu (IFC) gibi kurumlar tarafından sık sık ziyaret ediliyorduk. Bu ziyaretlerin ana amacı sosyaldi. İnşaattan ziyade, projenin çevre ve sosyal hayat üzerindeki etkisini sorguluyorlardı. Bu gibi soruların muhatabı da bizlerdik. Üstelik Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi, boru hattından biraz daha farklı. Boru hattında işiniz bitince insanlara tarlalarını geri veriyorsunuz. Sabit tesisler ise kalıyor. Mesela Eskişehir’de, yaklaşık 1.000 dönümlük arazi kamulaştırıldı. İnsanların buna tepkileri de doğal olarak farklı oluyor. Biz, bu gibi tepkileri güzel bir şekilde, insanlarla iyi ilişkiler kurarak olumluya çevirmeye çalıştık.
Bizim burada bulunma amacımız, projenin sosyal etkilerini en aza indirmek, insanlarla iyi ilişkiler kurmak. Bu nedenle proje müdürümüz Murat Bey’in isteği ve bizim sunduğumuz projeler doğrultusunda birçok çalışmamız oldu. Tüm köylerde iletişim numaralarımız var. Köy muhtarları ve vatandaşlarla sürekli iletişim halindeyiz. Onlara her yönden yardımcı olmaya çalışıyoruz. Mesela camiye 50 metre kablo lazım oluyor, onu gönderiyoruz. Köyün su borusu patlıyor, iş makinesi gönderip yardımcı oluyoruz. Su borusu lazım oluyor, yapabiliyorsak onu veriyoruz.
“İnsanlar Tekfen'le büyümüşler”
Yurdum insanının kalbini kazanmanın yolu, öncelikle tatlı dil. Dürüst olacaksınız, doğruları söyleyeceksiniz. İnsanlara, “Gürültü olmayacak, toz çıkmayacak” diyemezsiniz, çünkü burada bir inşaat var. Esas olarak insanlara, bunları nasıl azaltacağınızı söylemeniz lazım. O nedenle projenin her aşamasında bilgilendirme yapıyoruz. Her altı ayda bir köylerde toplantılarımız oluyor. İnşaat grubunun önünü açmamız lazım. Bir plan program var. Projenin yetiştirilmesi gerekiyor. Onlara destek olmamız gerekiyor. Büyük bir proje ve sürekli göz önündeyiz. Bu nedenle insanları doğru ve düzgün bir şekilde bilgilendirmemiz gerekiyor. “Yollarınızı kullanıyoruz ama aynı zamanda yollarınızı suluyoruz,” dediğiniz zaman, karşı tarafın da yaklaşımı farklı oluyor.
İyi bir ekibimiz var. En önemli avantajlarımızdan biri de Tekfen isminin iyi biliniyor olması. Tekfen’in eski bir sloganı var, “Güneş batar Tekfen doğar!” diye. İnsanlar Tekfen’le büyümüşler. Köydeki yaşlılar, amcalar, teyzeler onu hatırlıyorlar. Doğal olarak insanların Tekfen’den beklentileri de yüksekti. O beklentiyi, insanlarla toplantılar organize ederek, iyi iletişim kurarak, çocuklarını sevindirerek, küçük eğlenceler, festivaller düzenleyerek karşılamaya çalıştık. Çocukları şantiyeye getirdik, onlara baret giydirdik, eğitim verdik, şantiye yemeği yedirdik. Evlerine girdik çıktık. Onlar da bizleri her zaman sıcaklıkla karşıladılar, ikramda bulundular.
"Atatürk'ün gölgesinde uçurtma uçurduk”
Proje süresince çeşitli sosyal sorumluluk faaliyetleri yaptık. Mesela Eskişehir’de mevsimlik işçiler var. Yol kenarlarında konaklıyorlar, çadırlarda yaşıyorlar. Tuvaletleri yok, temiz suları yok. Çocuklar yollarda oynuyorlar. Oradaki çocuklara trafik ve çevre konularında eğitimler verdik. Yola yaklaşmasınlar diye bir çocuk parkı yaptık. Hediyeler dağıttık. Köylere parklar kurduk. İpsala’daki parkı çocuklarla beraber yeniledik. Ardahan, Damal’daki Atatürk silueti için seyir terasını yeniledik. Atatürk şenliğinde çocukları oraya taşıdık, Atatürk’ün gölgesinde uçurtma uçurduk.
Çanakkale’nin Sarıcali köyünde de bir yaz okulu açtık. Hem şantiyemize yakın hem de gençlerin ve çocukların bulunduğu bir yerdi. Yaz okulunda çoğunlukla kendi içimizdeki gönüllü arkadaşlarımız görev aldı. Mesela satranç dersini, mental aritmetik dersini kendi çalışanlarımız verdi. Eski bir ebru eğitmeni bulduk, çocuklara ebru dersi verdik. Ritim dersi verdik, fotoğrafçılık atölyesi açtık. Gençlere fotoğraf çektirdik. Çektikleri fotoğraflarla bir takvim basıp ailelerine dağıttık. Fotoğrafçılık atölyesine katılan çocuklar, daha sonra ilçede düzenlenen fotoğrafçılık yarışmasında ilk üçe girdiler. Biz onlara fotoğraf çekmeyi öğrettik, ama bizim için esas önemli olan kendi kendilerine bir şeyler yapabilmeleriydi.
Normalde bu bahsettiklerimin hiçbiri Tekfen’in iş kapsamında olan şeyler değildi. Kimse bize “Yaz okulu yap!” demedi, “Yöre halkına para harcayacaksınız!” diye de bir şey yoktu. Bunlar tamamen proje yönetiminin iyi niyeti kapsamında yapılan şeylerdi.
"Kirli botla yemekhaneye girmeyelim”
Bizim iletişim çalışmalarımız sadece dışarıya yönelik değil. Aynı zamanda kendi içimizde de işleyen bir başka süreç var. Çalışanlarımızın memnuniyetini artırmaya yönelik olarak, tamamen güvenilir ve şeffaf bir şikâyet mekanizması oluşturduk. Yemekhaneye, gazinolarımıza, lokallerimize şikâyet kutuları koyduk. Çalışanlarımız bize ya form doldurarak ya da telefonla şikâyetlerini, önerilerini, dileklerini aktarıyorlar. Biz de bunları kayıt altına alıp, ilgili birimlerle isim vermeden iletiyoruz. Bunun altını çiziyorum. İnsanların deşifre olma endişesini tamamen aştık. İsim vermeden, gelen sorun ve önerileri hem raporlayıp hem de çözmeye çalışıyoruz. Biri diyor ki, “Botlarımız kirli oluyor. Kirli botla yemekhaneye girmeyelim. Yemekhane girişine bir bot temizleyici konulabilir mi?” Tabii ki konulabilir! İnşaat birimiyle görüştük, yemekhanelerin girişine küçük bir su tankı ve fırça koyup, botlarını temizlemelerini sağladık. Bu gibi küçük detaylar iş memnuniyetini artırmaya çok yardımcı oldu.
“Artık kapanışları bekliyoruz”
ŞENOL USTA
MS3-MS4 İdari İşler Müdürü
Şenol Usta, Tekfen’in 35 yıllık demirbaşlarından biri. Bugüne kadar mali işler, insan kaynakları müdürlüğü ve idari işler müdürlüğü gibi birçok farklı görevde bulunan Usta, Tekfen’deki kariyeri boyunca nerede ihtiyaç duyulduysa oraya koşmuş. Uzun yıllar merkezde çalışmasına rağmen Şenol Usta, aslında sahada çalışmayı hiçbir şeye değişmeyeceğini söyleyen sıkı bir “şantiyeci”.
Burada kendi ekibimi kurmadan, hazır bir ekibe katıldım. Bazı problemler vardı, onları yoluna koymakla görevlendirildim. İlk geldiğimde üç-dört ay aşırı bir yoğunlukta geçti. İşleri belli bir düzene soktuktan sonra ise rahat bir çalışma ortamı buldum. Şu anda işi bitirme aşamasındayız. Kapanışları bekliyoruz projede. Sonrası için şu anda yeni bir proje yok. Ama bu duruma her zaman alışığız. 35 yıldır aynı şekilde gitti ve yine umut ediyoruz.
“İşçileri şantiyelerimizde nasıl daha rahat ettirebiliriz?”
Merkezde görev yaptığınız zaman birçok şeyden kopuyorsunuz. Gerçi orada da şantiyelerle irtibatımız vardı. Çünkü bütün şantiyelerin insan kaynakları bize bağlıydı. Devamlı görüşmelerimiz oluyordu. Ama şantiyede çalışmak başka bir şey. Buradaki yoğunluk, buradaki ilişkiler başka hiçbir şeyle değişilmiyor. İdari İşler olarak şantiyenin her şeyiyle ilgileniyorsunuz. Çok fazla insanla diyalog halinde oluyorsunuz. Mesaimizin en büyük kısmı, “İşçileri şantiyelerimizde nasıl daha rahat ettirebiliriz?” sorusuna cevap aramakla geçiyor. Yemekhanede nasıl daha rahat yemek yerler, nasıl daha fazla sıra beklemeden yemek alabilirler, nasıl daha rahat dinlenirler, bütün konsantrasyonumuz bu gibi sorulara yoğunlaşıyor. Bunlara yönelik ekstra önlemler almaya çalışıyoruz.
“En sonunda geride hiçbir şey kalmayacak”
Bu şantiyenin özelliklerinden biri, yerel personelin daha fazla istihdam edilmesi. Örneğin buradaki yemekhanede hep yerel personel çalışıyordu. Fakat çeltik dönemi gelince çoğu işi bırakmak istedi. Bu da bizi büyük sıkıntıya soktu. Mecburen dışarıdan yatılı eleman almaya başladık. Böylece, gerektiği zaman mesaiye kalmaları da daha rahat oluyordu. Ama dışarıdan personel alınca, bu kez de yatacak yer sorun oldu. Yatakhane olarak konteynır şeklinde prefabrik yapılar kullanıyoruz. Polatlı’da, Yozgat’ta ve Eskişehir’de çalışan şantiyelerimiz vardı TANAP projesine bağlı. Onlardaki konteynırları buraya aldık. Bunlar aslında TANAP’ın malları. İşleri bitince TANAP’a iade edeceğiz. Her iki şantiyemizde de kendi prefabrik binalarımızın sökümüne başladık. Hepsini paket yapıp Ceyhan’a göndereceğiz. En sonunda geride hiçbir şey kalmayacak. Burası kiralık bir alan. Her şeyi söküp, toprağı tekrar serip, eski haline getirip teslim edeceğiz.
“İş sağlığı ve güvenliği, iş planının bir parçası olmalı”
FAKİ BİNBOĞA
MS3-MS4 SEÇ Şefi
Kahramanmaraş doğumlu olan Faki Binboğa, Sütçü İmam Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden mezun olduktan sonra iş sağlığı güvenliği alanında yüksek lisans yapmış. Meslek hayatına Tekfen’de başlayan Binboğa, daha sonra beş yıla yakın bir süre Diyarbakır, Batman’da petrol sondajı yapan bir Amerikan şirketinde çalışmış. Ardından eski bir Tekfenci olan ağabeyi ile bir süre serbest çalışan Binboğa, Mart 2017’de SEÇ şefi olarak TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi’ne katılmış.
Normalde deriz ki, “İş sağlığı ve güvenliği öncelikli”. İnsanlar bunu şöyle anlıyor: “Önce tedbirlerimizi alalım, sonra çalışalım.” Bu değil aslında. Amaç son dakika tedbir almak değil. İSG mutlaka planlamaya dahil edilmeli. Bu süreç sözleşmeye de dahil edilmeli, ta ki en son çivi çakılana kadar. İşte o zaman o proje için “güvenlik öncelikli” diyebiliriz. Çünkü, sahadan bile daha önce başlayan o sürece dahil olduğunuzda, her şeyi yönetebilecek düzeye geliyorsunuz. Aksi takdirde, “Şunu unutmuşuz, o yüzden şöyle yaptık,” gibi konuşmalar başlıyor.
Burada, günlük araçlarımızı kullanırken bile takip etmemiz gereken kontrol listelerimiz var. İş makineleri için de var, yangın tüpleri için de var, sahada yapılacak bir kazı işi için de var. Amaç, kontrol listelerinin üzerinden gidip, eksikleri gördükten sonra süreçleri öyle harekete geçirmek. Yapılacak her çalışma için iş güvenliği risklerini sorgulayarak ilerliyorsunuz böylece.
Her şeyin başı eğitim
Bizim burada en büyük zorluğumuz, dışarıdan gelen, özellikle de alt taşeron firma çalışanlarının hayatlarında hiç İSG kültürü ile tanışmamış olmasıydı. Bu insanlara, uluslararası bir projenin gerekliliklerini anlatabilmek çok zor oldu. Çünkü dünyanın en zor şeyi, insanların kalıplaşmış davranışlarını değiştirmek. Saçı sakalı ağarmış bir sıvacı ustasına, İSG’nin neden gerekli olduğunu anlatmaya çalışıyorsun. Tekfen personelinin çalışmasıyla, alt yüklenici olarak gelen insanlar bir olmuyor. Tekfenlinin belirli bir kültürü zaten var. Ama diğerlerini karşınıza alıp, “Bir insanın en önemli şeyi sağlığıdır” diye anlatmaya en baştan başlamanız gerekiyor. Yaptığımız toplantılarda, “Bu tesisi neden kuruyoruz? Bu tesisin amacı insana hizmettir. Sen de insansın. Bu tesisi kurarken senin sağlığına dikkat etmek zorundayız. Sen de kendi sağlığına dikkat etmek zorundasın. Çünkü buradan geçecek gazla insanlar evlerinde ısınırken, sen de aileni doyurmak için ekmek parası kazanıyorsun. Evine sağ salim dönmek zorundasın. Seni bekleyen bir ailen var,” şeklinde konuştuk. İnsanlara hep, “Burada kendiniz için bir şeyler öğrenin ve yapın. Bu kültürü beraberinizde evinize de götürün,” fikrini aşılamaya çalıştık.
Bana, “İSG’de en önemli şey nedir?” diye sorsanız, ilk şey eğitim derim. Yaptığımız eğitimlerin sonunda gelip çok teşekkür edenler oldu. Bize, “Buraya gelene kadar hiç bilmiyorduk. Demirlerin üzerinde yürüyorduk. Düşüp ölebileceğimizin bile farkında değildik,” diyenler oldu. Kaza dediğin anlık bir şey. Göz açıp kapayıncaya kadar oluyor. Örneğin işçi gözlük takmıyor. Ona, “Gözlük takman gerekiyor” diyorum, “Neden?” diye soruyor. “Çünkü ikinci kaza şansın yok. Parmak gibi kırılınca tekrar tutar diyorsan dene. Gözün bu! Gözünün telafisi yok!” diyorum. Öyle deyince düşünüyor. Kimi zaman, “Ne güzel gözlerin var. Bunları koruman lazım,” gibi nabza göre şerbet vererek, kimi zaman ödüllendirerek, yeri geldiğinde kızarak, ama mecbur kaldığımızda da iş aktini sonlandırarak ilerliyoruz.
“Kaza geliyorum der, kendini gösterir size”
İSG, sıkı takip gerektiren bir konu. Sahada hem danışmanlarım, hem de enspektörlerim var. Danışmanlar daha deneyimlidirler ve sahayı gezerek riskleri değerlendirirler. Çözemedikleri konular olduğunda da bana dönüp, “Böyle bir sıkıntı var, çözmemiz lazım” derler. Gerekirse de o konu çözülene kadar iş durdurulur. En yoğun zamanlarda 1.600-1.700 kişi çalıştı İpsala şantiyesinde. O dönemlerde, iki sahada toplam 25-26 kişilik bir İSG ekibi olarak çalıştık.
Bu konuda sağ olsun Murat (Ün) Bey, bir dediğimizi ikiletmedi. İnsanları güvenli çalışmaya teşvik etmek için onun desteğiyle bir ödül mekanizması oluşturduk. Her ay İpsala’da 7 tane, Gelibolu’da da 3 tane gram altın dağıttık. Kimin ödül alacağına karar verirken, kişilerin çalışma şekline baktık. Eğer bir işçi çalışırken sürekli gözlüğünü takıyorsa, kişisel koruyucu donanımlarını kullanıyorsa ve kendisine söylediğimiz şeyleri istikrarlı bir şekilde uyguluyorsa, “Tamam, bu arkadaş ödüle layık,” dedik. Bazen de sahadaki mühendisler, “Bu adam düzgün çalışıyor. Şöyle şöyle bir olaya şahit oldum,” diye bize yol gösterdiler. Bu seçimi en adaletli şekilde yapmanın yolu, gözlem kartları üzerinden gitmekti. 2,5 yılda 10 bin küsur gözlem kartı yazıp işleme koymuşuz. Ayrıca ciddi bir fotoğraf arşivimiz var. Bir arkadaşımız sadece bunların takibini yapıyor. Bu sistemi düzgün bir şekilde kullanırsanız, eksiklerinizi anlık olarak takip edebilirsiniz. Sonuçta kaza “geliyorum” der, kendini gösterir size.
“Türkiye'de bunları bizden daha iyi yapabilecek bir kurum tanımıyorum”
Burada deneyimlediğimiz ve başka şantiyelere örnek olabilecek birçok “iyi vakamız” var. Örneğin, geçenlerde mühendis arkadaşlarla “walkdown”a (şantiyedeki kontrol yürüyüşüne) çıktığımızda, elektrik mühendisi bir arkadaşımız, “Burada dizel dolum flanşı var. Tanker binaya yanaşacak, flanşını bağlayacak ama topraklaması yok,” dedi. Aslında bahsettiği türde bir topraklama projede de yok. Bir topraklama yapılmış ve bu yeter denmiş. Düşündük, tankın yapısını inceledik. Hakikaten de o arkadaşımızın tavsiyesiyle oraya, projede olmamasına rağmen, projenin güvenliği için ek bir topraklama yaptık.
Bunun gibi çok fazla örnek var. Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde, ben bunları bizden daha iyi yapabilecek bir kurum tanımıyorum. “Daha iyisini ancak kendimiz yapabiliriz, biz yapalım,” diyorum. Projenin son virajına geldik. Murat Bey halen, “İşin sonuna geldik diye rehavete kapılmayın. Walkdown’larınızı ihmal etmeyin. Sonuçlarını benimle paylaşın,” diyor. Her cumartesi, Murat Bey’in de katılımıyla video konferanslar yapıyoruz.
“İSG işi yavaşlatır kanısı yanlış!”
Hayatımda bundan sonra da İSG’ye devam. Yurtdışında doktora yapmak istiyorum. Bu konularda kendimi geliştirmek istiyorum. Bilgi açlığı içerisindeyim. Özellikle ergonomi ve lojistik konuları ilgimi çekiyor. 41 yaşındayım. Epeyce tecrübem var. Ama İSG konusu bir derya. İçinde yok yok. Dünyanın her yerinde geçerli bir diplomam olsun istiyorum.
İSG, Türkiye için çok yeni bir konu. İngiltere’de 1900’lü yıllarda başlamış, bizde ise 2000’li yıllarda başlamış. Burada hâlâ sistemden, yasadan kaynaklanan çok ciddi eksikliklerimiz var. Öncelikle bunların giderilmesi lazım. Tekfen’in desteği ile geçen sene Haliç Kongre Merkezi’ndeki 9. Uluslararası İş Sağlığı ve Güvenliği Konferansı’na katıldım. Orada yabancılar da vardı. Onlara üç soru sordum, üçünün de cevabını doğru düzgün veremediler. Çünkü onlar da nasıl yapılması gerektiğini tam olarak bilmiyorlar. Mesela, İSG işi yavaşlatır diye genel bir kanı vardır. Böyle olmadığını iddia ediyorum. İSG’yi genel projenin içine dahil edip, her departman kendi içerisinde planlamasını yaparsa, inanın o iş daha hızlı yapılır.
“Mutfak benim mutfağım!”
Üç çocuğum var. Son çocuğum henüz 9 aylık. Ortanca 3 yaşında, büyük ise 8’e girecek. Biri erkek, diğer ikisi kız. Doğum olunca ayrı kalmak zorunda kaldık. Biraz zor tabii, çocuklarımı çok özlüyorum. Onların yanımda olması benim performansımı bile artırıyor. Eve gittiğimde, göbeğime yatması öyle hoşuma gidiyordu ki! İSG kültürü evde de var ama mutfakta, “Canım şuna dikkat et,” dediğimde eşim, “Senin iş güvenliğin bana sökmez. Çık mutfaktan. Mutfak benim mutfağım,” diyor. Öyle deyince yapacak bir şey yok. Ama bu kültür sizinle her yere geliyor. Araç kullanırken sürekli kemer taktığınız zaman, otomatik olarak çocuklar da takmaya başlıyor.
“Her mühendisin böyle bir yerde çalışması gerek”
NURİ BİLGİN
MS3-MS4 İnşaat İşleri Şefi
Kendini “tipik bir inşaat mühendisi” olarak tanımlayan Nuri Bilgin, Tekfen’e katılalı henüz 26 ay olmuş. Mutlulukla biraz geç tanıştığını söyleyen Bilgin, mesleğinde yaklaşık 20 yıllık bir deneyime sahip. Daha öncesinde daha küçük ölçekli endüstriyel tesisler ve çoğunlukla konut projelerinde çalışan Nuri Bilgin, önceki işyerleri ile Tekfen arasındaki farkın gece ve gündüz kadar belirgin olduğunu ifade ediyor.
Tekfen, profesyonelleşmiş bir firma. Daha önce çalıştığım yerlerle mukayese edebilecek bir şey yok. İş emniyeti kuralları, satın alma prosedürleri, denetimler apayrı bir sistem. Dışarıdaki firmaların çoğunun uygulamadığı, uygulasa da zayıf olduğu sistemler. Ayrıca buranın sosyal alandaki artıları çok fazla. Çalışana yönelik her türlü konfor, imkân var. Her mühendisin böyle bir yerde çalışması gerektiği kanaatindeyim. İçerik olarak da daha önce yaptığım işlerden çok daha büyük ve daha kompleks bir tesis. Programımız o kadar yoğun ki, bazen günün nasıl geçtiğini anlamıyorum. Bir bakmışım akşam olmuş. Bazen sinirlensek de, yorulsak da, eser ortaya çıktıktan sonra bir ferahlığı, rahatlığı var. Haziran ayında gaz akışı başladı. Yunanistan da hazır olduğunda, gaz İtalya’ya kadar gidecek.
“Çok sağlam firma, ama çalışılması zor!”
Burada yerel işçiler de çalıştı. Çalışanlar arasında İpsala’dan getirdiğimiz birkaç usta vardı. Tekfen için, “Çok sağlam firma. Paramızı da aldık ama orada iş yapmak çok zor. Gözlük, emniyet kemeri gibi şeyler var,” demişler. Böyle kurallara alışmaları vakit alıyor doğal olarak. Ama sonuçlarını da görüyorlar. Geçenlerde bir köye gitmiştik. Daha evvel burada çalışan bir çocuk vardı. Babasıyla konuşurken, “Oğlum artık tarlada çalışırken eldiven takmaya başladı,” dedi.
“Kadınların şantiyede olması lazım”
SELDA ÜLGEN
MS4 Devreye Alma Elektrik Mühendisi
Ankara Üniversitesi Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden iki yıl önce mezun olan Seda Ülgen, üniversitedeki arkadaşları çoğunlukla masa başı işlerde çalışırken, mesleğini daha iyi öğrenmek ve deneyim kazanmak için şantiyede çalışmayı göze almış genç bir mühendis. Ailesi İpsala’da yaşayan Ülgen, Tekfen’in burada bir şantiyesinin olmasını kendisi için büyük bir şans olarak nitelendiriyor. Ayrıca Tekfen’in kendisi için ikinci bir okul olduğunu söyleyen Seda Ülgen, kendisine verilen destek sayesinde bir kadın olarak şantiye hayatına ayak uydurmakta çok zorlanmadığını belirtiyor.
Elektrik mühendisi olarak ilk başta projenin inşaat bölümündeydim. 1 Mayıs’tan bu yana da devreye alma işlerinde çalışıyorum. Yani bir bakıma inşaat zamanında kendi yaptığım işlerin TANAP’a devretmeden önceki testlerini gerçekleştiriyorum. Mesela sıradan bir priz düşünün. Prizin kablo testlerinin yapılması, kablonun uygun noktaya gidip gitmediği, daha sonra enerji verildiğinde gerçekten o prize 220 ya da 380 volt gelip gelmediği gibi şeyleri test ediyoruz. Elbette çok daha karmaşık paneller var, trafo ve yüksek gerilim sistemleri var. Hepsini tek tek devreye alıyoruz. Şu an bir sıkıntı yok. Neredeyse tamamladık diyebilirim. Devreye almadığımız bir panel, herhangi bir sistem kalmadı. Son rötuşları yapıyoruz.
“Ben niye buradayım?”
Ankara’da okudum. Okulu bitirdiğimde aslında buraya dönmek gibi bir niyetim yoktu. İstanbul veya Ankara’da iş bakıyordum. Şantiyede çalışmak ise hiç düşündüğüm bir şey değildi. Ama olaylar düşündüğümden farklı gelişti. Ben Mayıs’ta buraya geldim. Şantiye olduğu için ilk başta biraz korkarak başladım. Evim yakın olsa da, bir kadın olarak şantiyede çalışmaktan çekindim. Ayrıca şartlar kolay değildi. Arkadaş çevrem iyi şirketlerde masa başı işi yaparken, paçalarım çamur içinde, “Ben niye buradayım?” diye düşündüm kaç kere. Kar yağarken, karın altında numarasına göre kablo aradığımızı biliyorum. Ama bu zorluklar, aynı zamanda işi daha fazla benimseyip sahiplenmenize de yarıyor.
Düşününce, ben bu işe başlarken sıfırdım. Okuldan mezun olduğunuzda bir bilginiz var, ama uygulamada sıfırsınız. Kabloyu, paneli biliyorsunuz ama ilk defa onlarla birebir çalışıyorsunuz. Özellikle devreye alma aşamasında önceliklerin ne olduğunu ve kontrollerin nasıl yapılması gerektiğini burada öğrendim. Çalışma arkadaşlarım da gerçekten çok yardımsever davrandılar. Özellikle grup şeflerimiz, bize üniversitede hocalık yapar gibi tek tek öğrettiler. O yüzden çok iyi bir fırsat oldu benim için. Bence ilk deneyimler şantiyede kazanılmalı, daha sonra bu deneyimler masa başına aktarılmalı.
“Biz şantiyeye alışıyoruz, şantiye de bize alışıyor”
Erkeklerin çoğunlukta olduğu bir sahada kadın olmanın farkını ilk başlarda biraz hissettim. Üst kadroda sıkıntı olmuyor ama sahadaki işçiler için bir kadının aralarında çalışması büyük bir farklılıktı. 5-6 ay geçtikten sonra onlar da alıştılar. Siz yanlarından geçerken işçiler kendilerine çeki düzen veriyorlar, hatta konuşma tarzları bile değişiyor. Benim burada çalışmam ailem için de farklı bir deneyim oldu. Böyle uluslararası bir projede çalışmamdan onlar da mutluluk duydular. Tekfen hakkında ilk başta o kadar fazla bilgimiz yoktu. Ama burada yaşadıklarımı yansıttıkça, şirketin ağırlığını daha çok hissedebildik.
Benim kadın mühendis adaylarına tavsiyem, kesinlikle korkmasınlar ve sonuna kadar gitsinler. Kendinize güvendikten sonra yapılmayacak hiçbir şey yok. Biz şantiyeye alışıyoruz, şantiye de bize alışıyor. Hatta bence kadınların özellikle şantiyede olması lazım. Kendi adıma yurtdışı tecrübesini de kesinlikle kazanmak istiyorum. Çünkü dil çok önemli. İşi istediğiniz kadar iyi bilin, yabancı şirketlerle iş yapabilmek için İngilizce gerekli. Ayrıca elektrik elektronik derya deniz, öğreneceğimiz bilgiler sınırsız.
“İş güvenliğinin üç şartı: Disiplin, eğitim, yönetim desteği...”
CEVHER DOĞAN
MS3 SEÇ Süpervizörü
2006 yılından beri İş Sağlığı ve Güvenliği alanında çalışan Cevher Doğan, 2011 yılında BTC projesi ile Tekfen’e katılmış. Sonrasında iki yıl kadar Toros Tarım’ın Mersin İşletmesi’nde görev yapan Doğan, 2015 yılında TANAP Boru Hattı ile Tekfen İnşaat’a geri dönmüş. Doğan, TANAP projesinin İSG açısından Türkiye standartlarının çok üzerinde bir proje olduğunu söylüyor.
Endüstriyel tesislerin inşası tabii ki yüksek riske sahip. Çünkü iş güvenliğini tehdit eden birçok unsur var. Böyle bir projede iş güvenliğini sağlamanın benim açımdan birinci şartı disiplin, ikincisi eğitim, üçüncüsü de yönetimin destek vermesi. Bu projede, her üç unsura da sahiptik. Murat (Ün) Bey ile ilk defa bu projede çalışıyorum. İş güvenliğine ciddi anlamda destek veriyor. Onun arkamızdaki dik duruşunun ve her konuda bize destek vermesinin çok faydasını gördük. Artık projeyi teslim etme aşamasındayız. Ona rağmen bu konudaki baskısını bize hissettiriyor. Her hafta “walkdown”lar yaptırıyor. Kamp alanından inşaat sahasına kadar tüm şantiyeyi komple yürüyoruz. Eksik gözlemlerimizi kayıt altına alıyoruz. Olumsuz bir durum tespit ettiğimizde fotoğrafını çekiyoruz. Herhangi bir tehlike görürsek, işi anında durduruyoruz. Projenin altın kurallarından birisi, çaycısından müdürüne kadar herkesin, gördüğü güvensiz bir çalışmayı durdurma yetkisine sahip olması. Bu konuda proje yönetimimizden de tam destek alıyoruz. Hatta işi durduran kişileri ayın personeli seçip ödüllendiriyoruz.
“Sürekli sahadayız”
Her sabah “toolbox” dediğimiz işbaşı eğitim toplantılarıyla işe başlarız. Herkes toplanır. İşçiler, kısım şefleri, formenler, mühendisler, ekip halinde bir halka oluştururuz. O günkü iş güvenliği konusu neyse, o konu anlatılır. İşin başındaki formenler, o gün ne iş yaptıracaklarsa, o işlerin tehlikelerini ve alınacak önlemleri çalışanlarına anlatır ve ancak ondan sonra işe başlanır. Bizim yaptığımız toolbox’ın haricinde, belirli işlere yönelik özel toolbox’lar da var. Örneğin mekanik ekibi bir kaynak işi yapacaksa, bu işin tehlikelerini formen çalışanlara anlatır. Biz de tamamlayıcı oluruz. Gün içerisinde denetlemelerimiz, gözlemlerimiz oluyor. Gözlemlerimizi düzeltici ve önleyici faaliyetler raporuna işleyerek günümüzü geçiriyoruz. Sürekli sahadayız. Bizim altımızda çalışan enspektör arkadaşlar da gün boyunca sahadalar. Gözlemlerimizi işin başındaki şeflere, formenlere, mühendislere iletiyor ve paylaşıyoruz. Gerekli önlemleri aldırıyoruz.
“İSG kurallarını herkese benimsetmek zor iş”
İş güvenliği kesinlikle bir kültür. Geleneksel yöntemlerle çalışmaya alışmış bir insana kuralları benimsetmek hakikaten zor iş. İşe alımda mümkün olduğunca işimize en uygun personeli seçmeye çalışıyoruz. Sahaya çıkmadan önce de 8 saat oryantasyon eğitimimiz var. Eğitimin ardından sınava tabi tutuyoruz. Herkese kişisel koruyucu ekipmanlarını veriyoruz, ama çoğu bunlarla çalışmaya alışık değil. “40 senedir bu işi yapıyorum, ilk defa şapka (baret) takıyorum!” diyor. “Tişörtle çalışmak yasak,” diyoruz, “Şefim sıcak!” diyor. Sürekli eğitimle, ödül ve ceza sistemiyle kuralları benimsetmeye çalışıyoruz. Örneğin bir işçi yüksekte çalışıyor ve emniyet kemeri takmamışsa, ihtara bile gerek kalmadan bunu direkt iş çıkışı sebebi sayıyoruz. Daha basit hatalarda ise sözlü veya yazılı uyarı yapıyoruz. Bugüne kadar işi kazasız belasız yürütmeye çalıştık. Umarım bundan sonra da kimseye bir şey olmaz.
“Burası, Türkiye’de çalıştığım en güzel yer”
Ben Gelibolu şantiyesinin kampında kalıyorum. 2005 yılından beri bu sektörün içerisindeyim. Burası, Türkiye’de çalıştığım en güzel yer diyebilirim. Gelibolu, kampımıza 30 kilometre. Şarköy’e ise “Küçük Bodrum” diyorum; o da 20 kilometre. Fırsat buldukça, pazar günleri, akşamları gidiyoruz. İki denizin ortasında bir şantiye. Beş yıl BTC projesinde Posof-Ceyhan arasında çalıştım. Bırakın denizi, insana hasrettik. Posof-Ceyhan arası 1.080 kilometre. Adım atmadığım yer kalmadı diyebilirim. Oradan sonra burası cennet gibi geldi. Ama bu projede güvenlik ve sağlık ekipleri de bize bağlı olduğu için gecemiz gündüzümüze karıştı.
Bundan sonrası için bir yurtdışı şantiyesi istiyorum ama henüz belli değil. Hayatta her şey planladığımız gibi olmuyor. Müdürlerimiz, şeflerimiz nasıl takdir ederlerse öyle devam edeceğiz. Bana kalsa, Tekfen’den emekli olmak isterim. Ama ne olacağını Allah bilir.
“Bütün şantiye kuşları bekledik!”
BAHAR KELEŞ
MS4 Çevre Enspektörü
Bahar Keleş, çevre mühendisliği okurken günün birinde şantiyede çalışacağını hiç düşünmemiş. Ama –çok üşüdüğü için kışın arazide çalışmak hariç– şantiye hayatına kolay ayak uydurmuş. Hatta kendini müzikte geliştirip, keman çalmaya bile başlamış. Şantiyede çalışan bir kadın mühendis olmayı ayrıcalık olarak gören Bahar Keleş, herkesin mutlu olabileceği bir ortamı kendisinin yaratabileceğini söylüyor.
2017 yılının Ağustos ayından beri Tekfenliyim. Aslında Tekfen’le tanışıklığım daha öncesine dayanıyor. TANAP Boru Hattı projesinde görevli taşeronlardan birinde çalışıyordum. Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi ile birlikte Tekfen’e geçtim. Buraya gelmem bana çok şey kattı. Bakış açımı inanılmaz değiştirdi. Polatlı şantiyesindeyken de çok şey öğrenmiştim. Taşeronda çalışmama rağmen Tekfen’in büyük desteği vardı. Bizi Tekfen’in şefleri yetiştirmiş gibi oldu. Sadece çevre mühendisliği açısından değil, acil durumlarda kriz yönetimi, sistemli çalışma, insan ilişkileri, kültür ve idarecilik anlamında bana çok şeyler kattı diyebilirim.
“Donduğumu bilirim sahada”
İlk olarak Polatlı şantiyesine giderken epey tedirgin olmuştum ama bu hayata çabuk alıştım. Masada olmak bana sıkıcı geliyor. Bu projede saha uygulamalarımız çok fazla. Çok aktif bir proje olduğu için sürekli dışarıda olmamız gerekiyor. Saha gözlemlerimiz ve denetlemelerimiz oluyor. Yapım gereği de sahada olmayı ve bir şey gördüğüm zaman direkt müdahale etmeyi seviyorum. Yapı olarak çok üşüyen birisiyim. Çok üşüdüm mü, evet! Donduğumu bilirim sahada. Polatlı’nın iklimi daha sertti, ama buranın bir rüzgârı var ki anlatamam. Ona rağmen burayı inanılmaz seviyorum.
“Duracaksa duracak!”
Çevre açısından öncelikle uymamız gereken bir yasal mevzuat var. Onun dışında uluslararası bir proje olduğu için yabancı mevzuatlar da devreye giriyor. Bir de TANAP’ın kendi mevzuatı var. Hatta bazen o kadar şaşırıyorum ki, TANAP’ın mevzuatı Türk mevzuatından daha detaylı oluyor.
Çevresel konular aslında insanlara kültür aşılamak gibi bir şey. Bir inşaatın kolonunu yapmak tamam da, orayı temizleyip çıkmak konusunda eksiklerimiz var. Burada bir kuş yuvamız vardı. Ben o kuş yuvası için inşaatı durdurmak zorunda kaldım. İçinde yumurtalar vardı. Saha biyoloğumuza danıştım, “Ellememen daha doğru. Bırakalım yumurtadan çıkıp uçsunlar,” dedi. Bütün şantiye onları bekledik. Kocaman bir bina. Her tarafı kapanmış, bir yeri kapanmadı, orada kuş yuvası olduğu için. İster istemez insanlar, “İşimizi niye durduruyorsun?” diyebilirlerdi, ama öyle bir şey olmadı. Şefler de desteklediler. Duracaksa duracak! Biz kuşları bekledik, yumurtadan çıktılar ve uçtular. Bizim çocuklarımız gibi oldular.
“Mutlu kadın görmeye alışın!”
Bazen arkadaşlarım şantiyede olmamı garipsiyorlar. Zannediyorlar ki tuğlanın üstüne gazete serip yemek yiyoruz. Halbuki öyle bir şey yok. Bizim burada sosyalleşebileceğimiz alanlarımız var. Masa tenisi oynuyoruz, kendi aramızda etkinlikler yapıyoruz, bazen sinema gecesi yapıp film izliyoruz. İdari İşler’den rica ettim, odama raf yaptılar. Bütün kitaplarımı doldurdum. Liseden beri müzik merakım var, gitar çalıyorum. Hiç keman çalmamıştım, bu şantiyede kemana başladım. Gelibolu’da bir hocam vardı. Turan (Övül) şefim de araç konusunda yardımcı oldu. Akşamları çalışıyorum genellikle. Ona rağmen gürültü konusunda hiç şikâyet gelmedi şimdiye kadar. Bazen arkadaşlara çalıyorum, dinliyorlar.
Çevremdekilere her zaman “Mutlu kadın görmeye alışın” derim, sesli güldüğüm için. Şantiyedeyim, “Nereye gidebilirim, ne yapabilirim” gibi sorgulamalara gerek yok. Sonuçta mutlu olabileceğiniz ortamı kendiniz oluşturabilirsiniz. Yeri geldi, kök biber dikip onunla uğraştım. Burada inanılmaz bir arkadaşlık bağımız var, birlikte vakit geçirme anlamında. Tekfenli olmanın vermiş olduğu bir özgüven var. Kadın mühendis olmak bir ayrıcalık, Tekfen ile çalışmak farklı bir ayrıcalık.
“Böyle bir projede yer almak gurur verici”
AYHAN PERK
MS3-MS4 Boru Formeni
2010 yılından bu yana Tekfen’de çalışan Ayhan Perk, TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi’nden önce Abu Dabi ASAB, Türkmenistan, İzmit Tüpraş ve Azerbaycan Şahdeniz 2 projelerinde bulunmuş. Perk, İzmir’de yaşayan ailesiyle geçirdiği zamandan fazlasını şantiyede geçirdiğini, ama burada bulunmaktan gurur duyduğunu söylüyor.
TANAP, uluslararası bir proje. Dünya çapında bilinen bir proje. Bunu önemsiyorum. Böyle bir projede yer almaktan da, Tekfen’de çalışmaktan da gurur duyuyorum. Tekfen’de çalışmak ayrıcalıktır. Aile şirketi gibi olmuşuz. Sanki evimiz gibi. Burada birinci önceliğimiz iş güvenliği. Bu konuda Tekfen’in uluslararası birçok firmadan daha üst konumda olduğunu düşünüyorum. Şirket, işçisine, çalışanına daha fazla değer katmak için çaba gösteriyor.
Formen olarak bizim görevimiz, işçi ile işveren arasında köprü olmak. Hem işimizi en iyi şekilde ve kaliteli yapmak, hem de çalıştırdığımız işçilerin iş güvenliğini ve emniyetini sağlamak. İş planlaması yaparız akşamdan. Sabah işbaşı yapmadan önce “toolbox” toplantımızı yaparız. Ne gibi tehlike ve riskler olduğunu çalışanlarımızla birlikte değerlendiririz. Hedefimiz, sıfır kazayla işimizi yapmak. İş güvenliğinden sorumlu arkadaşlarımızdan ve şeflerimizden hep bunu öğrendik.
“Boruyu bağladıktan sonra işimizi bitiriyoruz”
İpsala’ya gelmeden önce, geçen yıl Eskişehir’deydim. Tüm boru kaynak işlerinden sorumluydum. Oradaki kompresör istasyonunu bitirdikten sonra İpsala şantiyesine geldim. Ayrıca Gelibolu şantiyesinden de sorumluyum. Bana bağlı 2 formen ve 60 kişilik bir ekip vardı. İşin sonuna geldiğimiz için 8-10 kişi kaldık. Artık son noktaya geldik. Botaş bağlantı noktası var. Boruyu bağladıktan sonra işimizi bitiriyoruz.
Burada bütün günümüz sahada geçiyor. Sabah 8:00’den akşam 19:00’a kadar, her an işin başındayız. İşten başka şeylere fazla zaman bulamıyoruz, ama ben severek çalışıyorum. Ayrıca Tekfen, kamp içerisindeki her ihtiyacımızı karşılıyor. Spor tesisinden tutun, arkadaşlarımızla vakit geçirebileceğimiz ortamlara kadar her türlü imkânı sağlıyor. Benim için bu kadarı yeterli. Üniversiteye giden iki çocuğum var. Tekfen sayesinde onları okutuyorum, para kazanıyorum. Gurur verici bir şey.
“Gazı Azerbaycan’dan aldınız, Yunanistan sınırına getirdiniz”
MURAT ESER
MS3-MS4 İnşaat Formeni
30 yıllık meslek hayatının son 10 yılını Tekfen’de kazı, dolgu ve toprak işleri formeni olarak geçiren Murat Eser, Abu Dabi’de başlayan bu tanışıklığı uzun süreli bir birlikteliğe dönüştürmüş. TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları projesindeki beş şantiyenin dördünde görev yapan Eser, Azeri gazını Türkiye’nin bir ucundan alıp öbür ucuna taşıyan bir projede tuzunun olmasından gurur duyuyor. Murat Eser, bu yıl Celal Bayar Üniversitesi Makine Mühendisliği’ni kazanan oğlunu da Tekfen için yetiştirdiğini söylüyor.
Abu Dabi’de Murat Şef (Ün) ile birlikte çalıştım. O gün bugündür onunla devam ediyoruz. Bu, beraber olduğumuz üçüncü projemiz. Posof ve Damal’da bulundum, oradan İpsala’ya geldim, Gelibolu şantiyesine de baktım. Sadece Eskişehir’de bulunmadım. Bu projeyi de çok şükür kazasız, belasız, alnımızın akıyla bitirdik. Türkiye’ye kattığımız bir şeyler var. Bunun gururunu çocuklarımız da, büyüklerimiz de hissediyorlar. “Gazı Azerbaycan’dan aldınız, Yunanistan sınırına getirdiniz,” diyorlar.
“Hayatımda ilk kez bulunduğum yerlerde güzel dostlar kazandım”
Bu proje sayesinde, Türkiye’nin bir ucundan öbür ucuna dostluklar edindik. Posof ve Damal’daki şantiyelerimizde çalışmak, iklim şartlarından dolayı biraz daha zordu. Oranın insanları çok yoksul. Bize adeta dört elle sarıldılar. Biz de elimizden geldiği kadar, müsait olduğumuz zamanlarda makinelerimizle onların işlerini gördük. Böyle olunca halkla kaynaşıyorsunuz. Hayatımda ilk kez oralarda bulundum, ama güzel dostlar kazandım. Hâlâ görüştüğümüz insanlar var. Posof’u bitirdim, Damal’a geçtim. İşleri bitire bitire buralara geldik. Çok şükür alnımızın akıyla bitirdik.
Bu işte ekip çok önemli. Azerbaycan’da 50 arkadaş vardı, Posof’ta 15’e düştü. Ekibin yarısını orada bıraktım, buraya 8 kişiyle geldim. Ekiple her sabah işe başlamadan önce toplanırız. Yapacağımız iş ve riskler hakkında konuşuruz. Onların da fikrini sorarım. Mesela ben bir yeri atlamışımdır, gözden kaçırmışımdır. Arkadaşlar da bir katkı sağlar. İşimiz bittikten sonra da yine bir arada oturur, o günün kritiğini yaparız. Birlikte güleriz, eğleniriz, birbirimizin mutluluklarını acılarını paylaşırız. Ayda bir ekibimle yemek yeriz. Antepli olduğumdan kebap, ızgara yaparız. Geçen gün sahada Atilla (Kulaber) Bey’e, “Şef, bizim çocuklar,” dedim; “Çocuklar” demem çok hoşuna gitti. Çünkü buradaki yapı o aile ortamını destekliyor.
“Şakaların sonu hep kötü biter”
İş sağlığı bizim için çok önemli. Kazdığımız bölgeleri kapata kapata gideriz, kapatamıyorsak mutlaka bariyerleriz. İş sağlığında uyguladığımız sıkı kurallar, birbirimize karşı davranışlarımızda da geçerli. Çünkü kural olmazsa düzen de olmaz. İki işçi, yaptıkları bir iş konusunda tartışmaya tutuşmuşlar. Biri işini tam yapmamış, diğeri de uyarınca tartışma itiş kakışa dönüşmüş. Şef, ikisinin de çıkışını verdi. Çünkü bunun önünü almanız lazım. Sahamızda el şakası kesinlikle yoktur. Yapmayız, yaptırmayız. Çünkü, şakaların sonu hep kötü biter.
“Siz çamur görmemişsiniz!”
Bizim işimiz toprakla. Her yerin toprağı farklı. Damal’da bundan çok çektik. Ta dizimize kadar çizme giyiyorduk. Toprakla su birleştiği zaman çikolata kıvamını alıyordu. Buradaki insanlar o çamuru görmedikleri için, “Burası çok çamur oluyor” diyorlar. Ben de onlara, “Siz çamur görmemişsiniz. Neler yaşadık, neler çektik. Gelin oraları görün,” diyorum. Toprak, hiç beklemediğiniz bir yerde size sürprizler çıkarabilir. Üstü kum, “Burayı üç günde geçerim,” dersin. Sonra biraz kazarsın ki altı kaya. Sonra aylarca o kayayı kırmakla uğraşırsın.
“Hakikaten mutluyuz burada”
Tekfen, ayrı bir firma. Burada olmaktan gurur duyuyoruz. Hem iş güvenliğine ve sağlığa, hem de ailelere önem veriyor. Tahmin ediyorum ki 15 bin kişi Tekfen’in ekmeğini yiyordur. Her evde bir eş, iki çocuk olarak hesaplarsak 60 bin kişi demektir. Ciddi bir rakam. Şirket, 60 bin kişinin her şeyiyle ilgileniyor, çocukların okumasından aile sağlığına kadar. Diğer şantiyelerde çalışan arkadaşlarımızın da böyle düşündüklerini sanıyorum. Düşünmüyorlarsa da düşünmelerini isterim. Çünkü hakikaten mutluyuz burada. Yapmakta olduğumuz işi bitire bitire gittikçe, arkadaki eseri görüyor ve gurur duyuyorsun.
“Tekfen son derece profesyonel bir şirket”
GÖZDE ALTINPARMAK
MS4 Teknik Ofis Mühendisi
2013 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden inşaat mühendisi olarak mezun olan Gözde Altınparmak, öğrencilerin büyük çoğunluğunun erkek olduğu bir bölümde okumuş olmanın avantajıyla şantiye hayatına kolay uyum sağlamış. İnşaat mühendisliğinin ilk tercihi olduğunu, o olmasaydı da yine “kadın işi” sayılmayan makine mühendisi olmak isteyeceğini söyleyen Altınparmak, bu gibi önyargıların toplumun dayattığı bariyerler olduğuna ve kadınların her mesleği yapabileceğine inanıyor.
Görev tanımı olarak hak edişleri yapıyorum. Gerektiği zaman firmalarla iletişime geçip teklifleri topluyorum. Sözleşme yapılacaksa merkez ofisimize, Ankara’ya iletiyorum. Sözleşme yapmaya karar verdikleri takdirde sürece dahil oluyorum. Tekfen ilk şirketim değil. Mezun olduktan sonra bir proje firmasında çalışmaya başladım. Daha sonra sahada olmak istediğimden, saha mühendisi olarak birinci ve ikinci köprünün rehabilitasyon çalışmalarını yapan bir firmaya girdim. Bir süre sonra da Tekfen’e katıldım.
“İyi bir şirkete geldiğimi düşünüyorum”
Önceki şirketleri baz alarak söyleyebilirim ki Tekfen son derece profesyonel bir şirket. Başka şantiyelerin daha katı olduğunu duydum. Burası biraz aile ortamı gibi. İşler belirli bir bürokrasiye uygun yürüyor, ama aynı zamanda insanlar bir aile havasında çalışıyor. Geldiğim günden bu yana hiçbir problem yaşamadım. Bir şeyde zorlandığımda veya bir soru sorduğumda güzel dönüşler aldım. İyi bir şirkete geldiğimi düşünüyorum.
İdari İşler personeliyle birlikte, şu an İpsala şantiyesinde sanırım 10 kadar kadın çalışan var. Ben burada, kampta kalıyorum. Sabah mesaimiz 8:00’de başlıyor. Hak ediş dönemlerinde yoğun oluyoruz. Genellikle akşam 7:00’de çıkıyoruz. Odalarımıza dağılıyoruz. Odamda vakit geçirmeyi seviyorum. Kitap okuyorum, film izliyorum. Ufak tefek hobilerim var. Origami yapıyorum. Küçük seramik heykellere meraklıyım. Henüz ortada bir şey yok ama çabalıyorum. Böyle küçük bir dünyam var. Bazen İpsala’da vakit geçiriyoruz. Keşan’a gitmek biraz daha zor. Ben aslen Keşanlıyım ama İstanbul’da doğup büyüdüm. İlk defa memleketime bu kadar yakın bir yerde yaşıyorum.
“Okulun bizi gerçek dünyaya hazırladığını söyleyemem”
Saha mühendisliğinden sonra biraz da teknik ofis tarafını öğrenmek istedim. Teknik ofis ayrı bir dünya, saha ayrı bir dünya. Ama ikisi de birbiriyle ilişkili. Saha tecrübesine sahip olmak, teknik ofis açısından çok önemli. Teknik ofiste de sürekli saha ile konuşmak ve sahayı takip etmek zorundasınız. Sahada işler biraz daha insani ilişkilerle yürüyor. Teknik ofiste ise gününüz bilgisayar başında, şefleriniz, taşeronlar ve alt yüklenicilerle haberleşerek geçiyor.
Okulun bizi gerçek dünyaya hazırladığını söyleyemem. Ne sahada ne de teknik ofiste okulda gördüğünüzü uygulamıyorsunuz. Projeciyseniz, belki uyguladığınız yerler vardır. Ama benim departmanım için bunu söylemem mümkün değil. Bu nedenle işin farklı taraflarında tecrübe kazanmak önemli. Kısa vadede bir yurtdışı şantiyesinde görev almak istiyorum. İşin dinamik kısmını seviyorum. Bir işe girip on sene boyunca masa başında oturmak beni cezbetmiyor. İki sene sonra başka bir yerde olma, sonra başka bir yöne doğru yol alma fikri hoşuma gidiyor. Uzun vadede ise yönetim kısmında olmak isterim elbette.
“Bana kattıkları için Tekfen’e minnettarım”
MERT ER
MS3 Teknik Ofis Sorumlusu
Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Fakültesi mezunu olan Mert Er, yolunun Tekfen ile kesişmesini kendisi için bir “’şans” olarak görüyor. 2010 yılında Abu Dabi projesine katılırken bu işi yapıp yapamayacağı yönünde duyduğu endişe, çevresindekilerin, özellikle de Murat Ün’ün desteği sayesinde yerini başarılı bir kariyere bırakmış. Abu Dabi’nin ardından Türkmenistan ve Suudi Arabistan’da deneyim kazanan Mert Er, TANAP Boru Hattı Projesi ile Türkiye’ye dönmüş. Ardından da TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi’ne geçmiş.
Bu proje, zorlu bir proje. Çünkü çok fazla lokasyon var. Teknik ofis ekibinin bir üyesi olmak da omuzlarımıza ciddi sorumluluklar yüklüyor. Hak edişler, kontroller, süreç takibi gibi görevler, projenin farklı noktalarındaki insanlarla çok sıcak ve sağlıklı bilgi alışverişi içinde bulunmamızı gerektiriyor. Tüm bilgilerin tek bir yerde toplanıp, kontrol edilip, tekrar kim sorumluysa ona dağıtılması önemli bir görev. Bu işi diğerlerinden ayıran ve zorlaştıran şey, çok fazla lokasyonla irtibat halinde olmamız. Farklı işleri, farklı yerlerden, sağlıklı bir şekilde ve anlık olarak takip edebilmeniz lazım. Bu da tüm ekibin özverisiyle oluyor. “Proje zor muydu?” diye sorarsanız, “Zordu!” derim, ama uzun zamandır bu işi yapan biri olarak benim için bile önemli bir deneyimdi diyebilirim.
“Tekfen’in genç insanlara sunduğu fırsatların canlı bir örneğiyim”
Tekfen’de, okuduğum bölümün çok dışında bir işe soyunup şantiye şantiye dolaşmaktan hiçbir zaman pişmanlık duymadım; tam tersine, bugüne kadar bana kattıkları için Tekfen’e minnettarım diyebilirim. “Tekfen benim için nedir?” diye düşündüğümde, büyüdüğüm bir şehir, olgunlaştığım, her gün yeni bir şey öğrendiğim, yeni çevreler ve insanlar tanıdığım, kendimi ailede hissettiğim bir kurum diyebilirim. Henüz 32 yaşındayım ve daha çok yol var önümde. Bu yolda ilerlemek bana keyif veriyor.
Ayrıca, Tekfen’in genç insanlara sunduğu fırsatların canlı bir örneğiyim, şantiyeyi hiç bilmeyen bir işletme mezunu olarak. Eğer bugün bu işi yapabiliyorsam, uzun süredir çalışıp istikrar sağlayabiliyorsam, bu tamamen bizden önceki nesillerin ve kurumsal yapının sağladığı imkân ve desteklerle ilgili. Burada, eğer istekliyseniz, sizden öncekilerden çok şey öğrenebilirsiniz.
“Ben neredeyim, ne yapacağım burada?”
Abu Dabi, her tarafı çöl olan bir yerdi. Uçağın kapısı ilk açıldığında yüzüme bir sıcaklık vurdu, bir fön makinesi tutulurcasına. “Ben neredeyim, ne yapacağım burada?” gibi soru işareti oluştu o anda. İçimden bir “Eyvah!” duygusu yükseldi. Orada insanın aklından tek bir şey geçiyor; içeri geri girmek veya yola devam etmek. Ben, o gün yola devam etmeye karar verdim. O günden beri de hep kendime, “İyi ki devam etmişim!” diyorum. Çöl, sıcak, acemilik, projenin zorluğu gibi bir sürü sıkıntılar vardı, ama orası benim ilk projemdi. O nedenle de anılarımda özel bir yeri var.
Türkmenistan’ın ülke şartları zordu. Orada 1,5 yıl çalıştım. Kurallar aşırı zorlayıcıydı. Çalıştığımız firmanın şartları da yıpratıcıydı. Çok farklı bir projeydi. Hiç unutmuyorum, bir sabah erkenden kamptan çıktık, şantiyeye gidiyoruz. Biraz ileride polis çevirmesine denk geldik. Arabaları tek tek durdurup alkol kontrolü yapıyorlar. “İşe gidiyoruz” dememize rağmen bizi de indirdiler araçtan. Sabahın 6’sında çölde alkol muayenesi yapılması yeteri kadar ilginç olsa da, asıl enteresan olan polislerin ellerinde hiçbir cihaz olmamasıydı. Bizi avuçlarına üfletip, koklayarak alkol kontrolü yaptılar. Gerçek bir kontrol müydü, amacı neydi, hiç anlayamadık. Orada buna benzer çok maceralarımız oldu.
Suudi Arabistan’da da ülke şartları biraz Abu Dabi’yi andırıyordu. Orada esas olarak işverenle aramızdaki süreçte zorlandık. Yapılan işten ziyade, işverenle ilişkilerimiz bizi yıprattı. Ona rağmen işimizi çok güzel bir şekilde tamamlayıp, oraya da bir çentik atmanın gururunu yaşadık.
“İnsan şantiyeci olunca, evde bile aklınızın bir köşesi orada kalıyor”
Benim Türkiye’ye dönmeme vesile olan TANAP Boru Hattı ise başlı başına bir macera. Ben Yozgat’ta görevliydim. Ama görevimiz gereği, her lokasyonla senkronize olarak işi götürmemiz gerekiyor. Boru hattı söz konusu olunca dağ, dere, tepe geziyorsunuz. Onun da başka zorlukları vardı elbette, ama Türkiye’ye dönmüş olmanın verdiği bir enerji yenilenmesi söz konusuydu. Ben evliyim. Türkiye’ye gelmeyi o bakımdan da çok istemiştim. Eşim edebiyat öğretmeni. Tanışıklığımız okul zamanından, Eskişehir’den. Ben Yozgat’a gelince tayinini oraya yaptırdı.
Evlendikten sonra uzun zaman ayrı kalmıştık. Özellikle eşim için zor bir durumdu. Ayrıca insan şantiyeci olunca, eve gittiğinizde bile aklınızın bir köşesi orada kalıyor. Kafanızdaki soru işaretleri bitmiyor. İlk başta bunu anlamakta zorlanıyordu ama zamanla Tekfen’i gördü, buradaki insanlarla tanıştı ve bu sayede şantiyeciliğin ne olduğunu, neden evde de aklımdan işi çıkaramadığımı daha iyi anlamaya başladı.
“Çok uzun ve çok güzel bir masa hazırlamamız lazım”
Şimdi çentik atma sırası burada. Artık işi sonuçlandırmaya çok yakınız. Buranın benim için bir başka anlamı daha var. Abu Dabi’deki ilk projemde bana destek veren, tecrübelerini bana aktaran, benim yolumu açan kişiyle uzun bir süre sonra yeniden böyle önemli bir projede bir araya geldim. Bu bana hem gurur verdi, hem de sorumluluk duygumu kabarttı. Hangi noktaya geldiğimi ispat etmeliyim, ne gerekiyorsa daha fazlasını yapmalıyım içgüdüsünü uyandırdı işin gerçeği.
Tekfen’de zaten dostluklar bakidir. İş dışında da görüştüğüm pek çok kişi var. 2016 yılında düğün hazırlıkları yaptığım sırada, yemek organizasyonu için “Tekfen’den gelen olur mu? Kaç kişi olur?” diye sorduklarında tereddütsüz, “Çok uzun ve çok güzel bir masa hazırlamamız lazım,” demiştim. Yanılmadım da. Düğünümün olduğu gün, eskiden çalıştığım müdürlerim, şeflerim, arkadaşlarım, dostlarım diyebileceğim yaklaşık 80-90 kişilik bir Tekfen kadrosu oradaydı. Kimi Türkiye’den, kimi Azerbaycan’dan, kimi Irak’tan, kimi Arabistan’dan, hepsi belli bir emek vererek ve masrafa katlanarak o düğüne geldiler. O beni çok gururlandırdı. Bu örnek, buradaki dostluğun en büyük göstergesidir herhalde. O masa dolduğunda, insanları gördüğümde, bambaşka şeyler hissettim. Benim için çok anlamlıydı o gece.
Tekfen, kendini çok geliştiren kurumsal bir firma. Buna istinaden diyebilirim ki kısa bir süre sonra geleceği nokta, bu tarz işlerde işveren olmasıdır. Bunu yapabilecek potansiyele, kadroya, birikime ve kültür yapısına sahip. Zamanının gelmesini bekliyor diye düşünüyorum. Kısa sürede bu aşamanın gerçekleşeceğini düşünüyorum.
“Amaç sıfır hatayla işi bitirmek”
UFUK ŞAHİN
MS4 Elektrikçi
1,5 yıllık çiçeği burnunda bir Tekfenli olan Ufuk Şahin, eğlence merkezi ve AVM gibi projelerden sonra ilk kez bir boru hattında görev aldığını, bunun yol açtığı tedirginliği ise Tekfen’deki dayanışma ve aile ortamı sayesinde kısa zamanda atlattığını söylüyor. Tekfen’de çalıştığı süre içinde başka işverenlerle farkı daha iyi gördüğünü belirten Şahin’in şimdi önünde, şirketin yeni projelerinde yola devam etme hedefi var.
Bu proje, bilgi açısından beni net bir şekilde ileri taşıdı. Daha önce kullandığımız ekipmanlarla burada kullandığımız ekipmanlar çok farklı. Arada dünyalar kadar fark var. İlk başta bazı tereddütlerim oldu. Yapabilir miyim diye düşündüm. Yıllardır bu sektörün içerisindeyim ama elektrik çok geniş bir konu. Projenin içerisine girdikten sonra formenlerimizin ve mühendislerimizin de yardımıyla ortama uydum, işleri öğrendim.
Artık sona geldiğimiz için trafiğimiz çok yoğun. Ufak işler zaman alıyor. Sıfır hatayla ilerlemeye çalışıyoruz. Amacımız, kimseye bir zarar gelmeden işimizi alnımızın akıyla bitirmek. Öncelik, eğitim. Eğitim olmadan hiçbir şey olmuyor. Ne kadar eğitimli olursak, o kadar az hata yaparız. Ben meslek olarak süpervizörlüğü düşünüyorum. Bu yıl üniversite sınavına girdim ama puanlarım pek iç açıcı değil. Bir yandan yoğun çalışırken pek hazırlanamadım. Olabilirse mühendisliği zorlayacağım.
“Önemli olan diyalog”
Tekfen köklü firma ve çalışanına değer veriyor. Daha önce çalıştığım diğer firmalarda işçiye bu kadar değer verildiğini hiç görmemiştim. İş güvenliğinde de burası önde. Kamp koşulları güzel. Daha önce çalıştığım proje şehre yakın olduğu için evde kalmıştım. Burada kampta kalmayı tercih ettim. Bazen şehri özlesem de alıştım artık. 28 yaşındayım. Sürekli eğlence peşinde koşacak değiliz. Evleneceğiz, hayatımızı kuracağız. Çalışmamız gerekiyor.
Ekip başı olarak şu anda bana bağlı 4 kişi çalışıyor. Daha önce ekibimde 15 kişi vardı. Bazen aramızda ufak tartışmalar yaşansa da, çay zamanı konuşup çözemediğimiz bir konu olmadı şimdiye kadar. Her şey anlık bir elektriklenme olarak kalıyor. Önemli olan herkesin birbirine saygılı olması. Arada benim hatalarım oluyor, onlar beni düzeltiyor; arada onların hataları oluyor, ben de onları düzeltiyorum. Hepimiz bir ekip olarak işi bitirmek için çalışıyoruz. Kimin fikri daha iyiyse öyle yapıyoruz. Önemli olan diyalog. Kimseyi kırmadan, üzmeden konuştuğumuz sürece sorun yok.
“Burada çalışmak güven verdi”
HATİCE GALAK
MS4 Çay Ocağı Görevlisi
İpsalalı Hatice Galak, 18 aydır görev yaptığı Tekfen’e kamp ilk kurulduğunda başvurmuş, iki ay sonra da işe alınmış. Galak, Tekfen’de geçirdiği zamanı her zaman özel bir şekilde hatırlayacağını ve buradaki deneyimin kendisine çok önemli artılar kazandırdığını söylüyor.
Daha önce kaymakamlıkta sekreterlik yapmıştım, ama burası her bakımdan çok farklı. Tekfen’de çalışmak çok güzel. Burada çalışmak bana güven verdi, özgüven kazandım. İlk başta, “Acaba alışabilir miyim?” diye biraz endişelenmiştim ama buradaki şeflerimle birlikte üstesinden geldim. Bana çok yardımcı oldular. Şantiye ortamı daha önce hiç görmediğim bir ortamdı, ama hiç sorun yaşamadım. Burada çalışmaktan çok gururluyum.
Tekfen’i daha önceden şirket olarak bilsem de böyle bir yere geleceğimi tahmin edememiştim. Herkes çok yoğun tempoyla çalıştığı halde, bugüne kadar kimse bize karşı herhangi bir kızgınlık yansıtmadı. Çok mütevazı konuşuyorlar. İletişim olarak da hiçbir problemim olmadı. Bölgedeki halk buradan ekmek yedi. Bence onların da düşünceleri olumlu. Ben bugüne kadar tepkili kimseyle karşılaşmadım.