SOSYAL SORUMLULUK
Küllüoba Höyüğü Kazı Başkanı Doç. Dr. Murat Türkteki:
Bugüne kadar kimse "Sizin için ne yapabiliriz?" diye sormamıştı!
Eskişehir’in 35 km güneydoğusunda, Seyitgazi ilçesi yakınlarındaki verimli bir ovada yer alan Küllüoba Höyüğü, Anadolu’da 5 bin yıl önce ilk şehirciliğin başladığı yerlerden biri. Bu nedenle de, “bölgenin bilinen en eski şehri” olarak tanımlanıyor. Anadolu’nun tarihöncesi araştırmalarında önemli bir yere sahip olan höyükteki kazılara ilk olarak 1996 yılında, Prof. Dr. Turan Efe başkanlığında başlandı. Her yıl sınırlı imkânlarla sürdürülen kazılarda, bugüne kadar İlk Tunç Çağı’na ait çok sayıda değerli bulgu ortaya çıkarıldı. Bu buluntular, Batı Anadolu’da kırsal yerleşmelerden şehir yerleşmelerine geçişin ilk örneklerinin gözlemlenmesi bakımından oldukça önem taşıyor.
Küllüoba, Tekfen’in fırsat buldukça destek verdiği bir kazı. Bu desteğin geçmişi, kazı ekibine prefabrik bir binanın hibe edildiği 2009 yılına kadar uzanıyor. TANAP projesi nedeniyle Eskişehir’de kurulan şantiye kazı alanına çok yakın olduğundan, 2017-2019 yılları arasında kazı ekibinin günlük yemek ihtiyacı Tekfen tarafından karşılandı. Ayrıca 2019 yılında, kazı evi olarak kullanılan prefabrik yapının iyileştirilmesi, bir konteynır temin edilmesi, höyüğe sundurma yapılması ve kazı alanının çevresine tel örgü çekilmesi gibi destekler verildi.
Kazı Başkanı ve Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Arkeoloji Bölümü Öğretim Üyesi Doç. Dr. Murat Türkteki, bu desteklerin kendileri için büyük anlam ifade ettiğini ve işlerini hızlandırarak, bu seneki heyecan verici bulguların elde edilmesine önemli katkı sağladığını söylüyor. Küllüoba kazısının Türkiye arkeolojisi için önemini ve son bir yıl içinde yaşanan gelişmeleri, doğrudan Kazı Başkanı Doç. Dr. Murat Türkteki’ye sorduk:
DOÇ. DR. MURAT TÜRKTEKİ:
Bizim daha soracak çok sorumuz, Küllüoba’nın da bizler için sakladığı çok cevap var.
Buradaki bulgular ne zaman keşfedildi? Kazıya ne zaman başladınız? Kazının ne kadar sürmesini öngörüyorsunuz?
Küllüoba ilk olarak Eskişehir Arkeoloji Müzesi tarafından tespit ediliyor, ancak bu tespitin dışında burayı bilimsel açıdan öne çıkaracak ilk veriler Prof. Dr. Turan Efe’nin 1988-1995 yılları arasında Eskişehir, Kütahya ve Bilecik illerinde gerçekleştirdiği yüzey araştırmaları sırasında elde ediliyor. Sonrasında 1996 yılında hocamız Prof. Dr. Turan Efe ilk kazı çalışmalarını başlatıyor. Tabii burası bir tarihöncesi yerleşme. Günümüzden 5000 yıl önce, buraya ilk defa yerleşiliyor ve yaklaşık olarak 1300-1400 yıl kadar burada yerleşim sürüyor. Dolayısıyla bu süreç, üst üste çok sayıda yerleşim evresini içeriyor. Yani oldukça uzun bir süre boyunca burada yaşanmış. Durum böyle olunca, yerleşmenin tamamını kazmak veya tamamını ortaya çıkarmak mümkün olamıyor. Bu çok anlamlı da değil aslında. Burada kazıların ne kadar süreceğiyle ilgili önemli olan durum, bilimsel olarak sorduğunuz sorulara kazılardan elde ettiğiniz cevaplar. Ve bizim daha soracak çok sorumuz, Küllüoba’nın da bizler için sakladığı çok cevap var gibi. Bu cevapları almaksa, sizin ne kadar süre ve kaç kişiyle kazı yapabildiğinizle bağlantılı bir durum. Örneğin 23 yıl içerisinde ilk defa bu sene mezarlık alanında kazılara başladık ve henüz işin çok başındayız. Bu nedenle kazının ne kadar süreceğini öngörmek biraz zor. Ama en azından 10 yıl, belki de daha fazla diyebiliriz.
Küllüoba Höyüğü'nde yangın geçirmiş iki odada bulunan çanak çömlek örnekleri (Geç İlk Tunç Çağı)
Ekip kimlerden oluşuyor? Ulusal mı, uluslararası bir kazı mı?
Ekibin büyük kısmını Bilecik Şeyh Edebali Üniversitesi öğretim üyeleri ve öğrencileri oluşturuyor. Bunun dışında Çukurova Üniversitesi, Batman Üniversitesi ve 2019’dan itibaren Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü’nden de öğretim üyeleri ile birlikte çalışıyoruz.
Küllüoba’nın, bir İlk Tunç Çağı kenti olarak arkeoloji bilimine son derece önemli katkılarının olduğunu belirtebilirim. Ayrıca ulusal, ancak özellikle uluslararası bilim camiasına sunulan makale sayısının fazlalığı, Küllüoba’nın arkeoloji dünyasında çok tanınan bir yer olmasını sağlamıştır. Bu sebeple, şimdiye kadar sürdürdüğümüz kazılara, yabancı meslektaşlarımız da katılmaktalar. Bunlar arasında son senelerde Amerikalı, İtalyan, Bulgar ve Japon meslektaşlarımızı sayabiliriz. Dolayısıyla sadece ulusal nitelikte bir kazı dersem, biraz eksik söylemiş olurum.
Küllüoba’nın özelliklerinden bahsedebilir misiniz?
Küllüoba bir höyük. Höyük dediğimizde, özellikle kerpicin yapılardaki kullanımının da etkisiyle, yerleşmelerin her yenilenişinde belli oranda yıkılan eski yapıların üzerine yeni yapıların inşa edildiği bir yeri anlamamız gerekiyor. Böylece, yıkılan yapıların molozu kaldırılmadığından, yerleşme zamanla yükseliyor. Yani ilk gelen yerleşimciler suyun olumsuz etkilerinden korunmak için ova seviyesinden 1-2 metre yüksekliğe yerleşiyorlar, ancak 1300 yıl sonraki yerleşimciler 10 metre yüksekliğindeki bir tepenin üzerinde yaşıyorlar.
Yerleşmenin boyutları yaklaşık 350 x 250 metre, ova seviyesinden yüksekliği ise 10 metre kadar. Buraya yaklaşık 5000 yıl önce ilk gelenler, birbirine bitişik planlı uzunlamasına yapılar ve bunların ortada bir avluya baktığı bir yerleşme kurmuşlar. Aynı yerleşimcilerin torunları ise burayı onlardan 300-400 yıl sonra daha planlı ve çok daha anıtsal boyutlarda yapıları da içeren, sınıflı bir toplumsal düzenin bulunduğu bir şehir haline getirmişler. Küllüoba’da bunların izlerini görmek mümkün.
Küllüoba Höyüğü'nün güney yönünden görünüşü
Kazıda hangi döneme ait bulgular elde ettiniz?
Esasen Küllüoba’daki yerleşimin büyük bir kısmını İlk Tunç Çağı’na tarihlendiriyoruz. Bu da kabaca MÖ 3200-2000 yılları arasındaki dönemdir. Bu dönemde Anadolu’da arsenikle bakırın alaşımından elde edilen tunç kullanılıyor ve dönem adını buradan alıyor. Ancak tabii ki bunun dışında başka önemli değişimler de bu dönemi tanımlıyor. İlk şehirlerin oluşması, sınıfsal farklılıkların daha açık bir şekilde ortaya çıkması, daha kapsamlı ve uzak bölgelere, örneğin Trakya’dan Mezopotamya’ya uzanan bir ticaret organizasyonu ve sonunda devletleşmeye kadar giden politik yapılanmaların da yavaş yavaş oluşmaya başladığı bir süreç olarak nitelendirebiliriz.
Bu döneme ait bir yönetici yapısı, Küllüoba’nın mimari olarak bugüne kadarki en ilgi çekici buluntularından birisini oluşturuyor. 31 x 24 metre boyutlarındaki yapı kompleksini bir yönetici yapısı olarak nitelendiriyoruz. Bu alan içerisinde toplantıların yapıldığı bir ocaklı salon, depolama alanları, mutfak ve yatak odaları bulunuyor. Ayrıca boyutu ve rampalı girişiyle dönemi için oldukça anıtsal bir yapı. Bu özellikleriyle yerleşmedeki diğer yapılardan da hayli farklı ve şehirdeki sınıfsal farklılığın kanıtlarından biri. Bunun gibi pek çok bulgu bize Küllüoba’nın İlk Tunç Çağı’ndaki durumuyla ilgili bilgi veriyor.
Bu süreçte Tekfen’in desteğinden kısaca bahseder misiniz?
Kısaca bahsetmem gerçekten zor ama yine de deneyeyim. Benim bildiğim kadarıyla Tekfen’in destek olduğu ilk arkeolojik kazıyız. Biz, ilk olarak bundan 10 yıl önce Tekfen’den bir prefabrik binayı bağış olarak almıştık. Bu vesileyle başta Dori Kiss Kalafat ve Esra Tüzgiray Kılıç olmak üzere tüm Tekfen yöneticilerine ne kadar teşekkür etsem azdır.
O günlerde köyün eski ilkokulunda kalıyorduk ve binayı hem yatakhane, hem depo, hem de laboratuvar olarak kullanıyorduk. Ancak açıkçası yapının durumu oldukça kötüydü. Binanın duvarlarında açılmalar vardı. Tekfen’in bize hediye ettiği bina sayesinde hem laboratuvar hem de kalacak dört yeni odamız oldu. Bu yıl yapılan tadilatlarla bu yapıyı hâlâ kullanıyoruz ve ne tesadüf ki yapının nereye nasıl yapılacağı konusunda bize bilgi veren ve yapı tamamlandıktan sonra da denetleyen Sayın Cumhur Dural ile 10 yıl aradan sonra yeniden görüştük. Aslında basit bir prefabrik bina. Hatta belki sizler için sıradan, ancak bizim için anlamı büyük. Kendisine de bu vesileyle teşekkür etmek isterim.
Tekfen tarafından hibe edilen binanın 2019 yılındaki tadilattan sonraki görünümü (Cumhur Dural ile birlikte)
10 yıl önce Tekfen’le ilk tanışmamızın ardından son 3 yıldır Tekfen’in de bir parçası olduğu TANAP Kompresör ve Ölçüm İstasyonları Projesi nedeniyle yakınımızdaki şantiyeden kazı ekibine yemek desteği aldık. Ancak tüm bunların ötesinde, 2019 yılı bizim için adeta bir Tekfen yılı oldu. Bunu kısaca anlatmak istiyorum, çünkü bizim için unutulmayacak, sıradışı bir sezondu.
Bu yıl yeniden yemek desteği almak istediğimizi ve mümkünse bir konteynır istediğimizi Tekfen’e iletmiştim. Olumlu yanıt aldıktan sonra şantiyeye görüşmeye gittim. Bu görüşmede Sayın Özgür Kalyoncuoğlu bana aynen şöyle sordu: “Hocam, yemek ve konteynır için onay aldık, ancak biz buralardayken sizin için başka ne yapabiliriz?”
Üzülerek söylemek isterim ki, bugüne kadar ne bana -ki 18 yıldır Küllüoba’da çalışıyorum- ne de benden önce burada çalışan Turan Hoca’ya kimse, “Sizin için ne yapabiliriz?” diye sormamıştı. Kendisine buradan tekrar teşekkür etmek isterim. Sonrası adeta rüya gibi! Kazı evindeki elektrik tesisatının elden geçirilmesinden sıva boya işlerine, prefabrik binanın sağlamlaştırılmasından höyüğe bir sundurma yapılmasına, hatta alanın etrafına tel örgü çekilmesine kadar pek çok iş yapıldı. Bize sağlanan devlet desteğinin çok çok üzerinde ve açıkçası gücümüzün yetmeyeceği işler, sanki sihirli bir değnek değmişçesine gerçekleşiverdi.
Tekfen tarafından yapılan sundurmanın altında hatıra fotoğrafı
Şunu da anlatmadan geçemeyeceğim. Bir önceki sene bağış olarak temin ettiğimiz beton direk ve telleri kazı evinin bahçesinde gören Özgür Bey, bunları ne yapacağımızı sordu. Ben de höyüğün etrafını çevireceğimizi söyledim. Bunları höyüğe götürüp, açacağımız çukurlara yerleştireceğimizi söylediğimde ise şu kritik soruyu sordu: “Peki, bunları nasıl kaldıracaksınız?” Bu soru üzerine hep beraber güldük tabii, çünkü bizim planımız beton direkleri birkaç kişi ile birlikte kaldırmaktı. Nasıl monte edeceğimizle ilgili olarak ise hiçbir fikrimiz yoktu.
Tabii bu çalışmalarda çok kişinin emeği var: Barış (Elibol) Bey, Ercan (Özbulut) Bey, hepsinin ismini burada saymak zor. Ama sayabilecek kadar da Tekfen ekibini tanıyoruz. Çünkü kazı evine ve höyüğe o kadar çok Tekfen çalışanı geldi ki, neredeyse artık hepsinin adını biliyoruz. Onlardan da çok şey öğrendik diyebilirim. Çalışma alanlarımız farklı olsa da, zaman zaman benzer işler yapıyoruz. Ancak çalışma prensipleri, iş güvenliği ve yaratıcı fikirler konusunda örnek alacağımız konular var.
Bizler de bu sayede fırsat buldukça kendilerine alandaki çalışmalarla ilgili bilgi vermeye çalıştık. Sanırım her iki ekip için de, karşılıklı bilgi alışverişinin yapıldığı, faydalı bir sezon oldu. Emekleri için hepsine tek tek teşekkür ederim.
Bir çömlek mezarın açılması çalışmaları
Kazı süresince sizi heyecanlandıran, unutamadığınız bir anınız var mı?
Tabii, bugüne kadar içinde olduğum, öğrenciliğimde başlayıp devam ettiğim bu 18 yıl boyunca sayısız hikâye var. Bunlardan bir tanesi, yukarıda bahsettiğim yönetici yapısının ortaya çıkarıldığı yıl yaptığımız çalışmalardı. Arkeolojide en önemli şartlardan birisi iyi belgeleme yapmaktır. Çünkü kazı, aynı zamanda bir tahribattır. Dolayısıyla 12 yıl önce, bu büyüklükte bir yapıyı ortaya çıkardığımızda tek parça olarak fotoğraflamak istedik. Bunu yapabilmenin tek şartı ise olabildiğince yukarıdan çekmekti. Tabii o günün şartlarında drone’lar yok. Hatta dijital fotoğraf makineleri bile çok yeni. Kompleksi havadan fotoğraflamak için bomlu bir araç çağırdık, yanlış hatırlamıyorsam Elektrik Kurumu’ndan. Tabii böyle bir aracı her gün çağırmanız mümkün değil, sadece birkaç saatliğine ayarlandı.
Biz yaklaşık 40 kişi, bütün bir gün boyunca bu alanın temizliğiyle uğraştık. Bu işin büyük bir kısmı da süpürme işidir ve oldukça zordur. Ardından aracı beklemeye başladık. Ama saat 15.00’te aracın gelmesine yakın, yavaş yavaş yağmur bulutları toplanmaya ve şimşek sesleri duyulmaya başladı. Yağmur yağması demek, tüm temizliğin boşa gitmesi ve aracın da boşu boşuna gelmesi demekti. Tekrar temizlemek bir yana, aynı görüntüyü yeniden sağlamanıza da imkân yoktu. Yani bir daha böyle bir fırsatı yakalama şansımız olmazdı. Araç geldiğinde çok yakınımızda yağmurun başladığını görebiliyorduk. Neyse ki emekler boşa gitmedi ve sonuçta biz o fotoğrafı çekip işimizi bitirdiğimiz anda yağmur başladı. Ve gördüğünüz aşağıdaki fotoğraf o şekilde çekilmiş oldu.
Dönemine göre anıtsal özelliklere sahip olan 31 x 24 metre boyutlarındaki yapı kompleksi, Küllüoba’nın mimari olarak bugüne kadarki en ilgi çekici buluntularından birisini oluşturuyor.
Bu yıl elde ettiğiniz bulgular hakkında ne söyleyebilirsiniz?
2019 yılında bizi şaşırtan önemli bir bulguyla karşılaştık. Bugüne kadar yerini bilmediğimiz mezarlık alanını biraz da şansın yardımıyla saptadık. Ve açtığımız ilk alanda, bir taş sanduka mezar içerisinde 13-14 yaşlarında bir çocuğa ve 35-40 yaşlarında bir erkeğe ait iskeletlere rastladık. İskeletlerin kafalarındaki yaralanmalar sık karşılaşmadığımız bir durumdu ve henüz kesin olmamakla birlikte, belki de her ikisinin de ölüm nedeni kafalarına aldıkları bu darbelerdi. Bu örnekler üzerindeki çalışmalar devam ettikçe antik DNA, akrabalık ilişkileri, geçirdikleri hastalıklar ve yaşam şartları gibi verileri anlayacağız. Buradaki bulgular, özellikle ulusal basında çok geniş yankı uyandırdı.
Eğer Tekfen bize bu seneki desteği vermemiş olsaydı, biz enerjimizi muhtemelen hâlâ höyüğün etrafını tel ile çevirmek için harcıyor olacaktık ve bu mezarlar da bulunamayacaktı. O yüzden tüm Tekfen ailesine destekleri için minnettarım.