SOSYAL SORUMLULUK
Bahar, Tekfen Filarmoni ile geldi
Tekfen Filarmoni, “Bahar Klasikleri” konserlerinde dünyaca ünlü çellist Alban Gerhardt’a eşlik etti.
Aziz Shokhakimov yönetimindeki Tekfen Filarmoni, 6-8 Mart tarihlerinde sırasıyla Ankara, İstanbul ve Eskişehir’de verdiği “Bahar Klasikleri” konserleri ile müzikseverlere baharı erken getirdi. Orkestra, Ankara ve İstanbul’daki konserlerde Alman çellist Alban Gerhardt’a eşlik etti. Dünya Kadınlar Günü’ne denk gelen Eskişehir konserinin solisti ise, aynı zamanda bir Tekfen Vakfı bursiyeri olan genç viyolonselist Nil Kocamangil’di.
Sakin yetkinliği ve derinlere uzanan içgörüsü ile “günümüzün en iyi çellistlerden biri” olarak gösterilen Alban Gerhardt, 6 Mart'ta Ankara CSO Konser Salonu'nda ve 7 Mart'ta İstanbul Lütfi Kırdar Auditorium'da gerçekleştirilen konserlerde Elgar'ın Çello Konçertosu’nu seslendirdi. Gerhardt, müzik eleştirmenlerince güçlü bir ifadesi olan, hava atmayan ama son derece havalı bir sanatçı olarak tarifleniyor.
Tekfen Filarmoni, üç şehri kapsayan turnesinde Saygun’un Orkestra için Süit, Op. 14’ü, Elgar’ın Viyolonsel Konçertosu, Gounod’nun Faust ve Ravel’in La Valse’inden oluşan zengin bir program sundu. Orkestranın kurucusu ve Tekfen Holding Kurucu Onursal Başkanı Ali Nihat Gökyiğit'in, Japonya'nın en önemli devlet nişanı olan Altın Işıklar, Yükselen Güneş Nişanı ve Boyun Bağı (The Order of the Rising Sun, Gold Rays with Neck Ribbon) ile taltif edilmesi şerefine, orkestra tarafından 19. yüzyıl Japon bestecisi Kiyoshige Koyama’nın Oduncunun Şarkısı adlı eseri de seslendirildi.
Alban Gerhardt hakkında
Alban Gerhardt, son 25 yıldır yoğun müzikalitesiyle, sahnedeki çarpıcı varlığıyla ve doymak bilmez sanatsal merakıyla tüm dünyadaki müzikseverlerin üzerinde benzersiz bir etkiye sahip. Bilindik notalara yeni bir ışık tutmadaki becerisi ve ister geçmiş yüzyıllardan, ister bu yüzyıldan yeni repertuvarlar arama iştahı onu akranlarından gerçek anlamda ayırıyor.
Gerhardt, keşiflerini geleneksel konser salonunun çok ötesinde dinleyicilerle paylaşma konusunda tutkulu bir sanatçı: Avrupa ve ABD’de gerçekleştirdiği yeni erişim projeleri arasında yalnızca okul ve hastanelerdeki performanslar ve atölyeler değil, kamusal alanlarda ve genç hükümlü kurumlarındaki öncü oturumlar da yer alıyor. Deutsche Bahn’la giriştiği ve Almanya’daki ana tren hatlarında canlı performanslar içeren işbirliği, klasik müziğe dair geleneksel beklentilere meydan okuma konusundaki kararlılığını çok canlı bir biçimde gözler önüne seriyor. Gerhardt ayrıca 2017 yılında, birleşik ve demokratik bir Avrupa’yı desteklemek için bir araya gelen uluslararası müzisyen topluluğu #Musicians4UnitedEurope’u (www.musicians4unitedeurope.com) kurdu.
Gerhardt, oda müziğine özel bir ilgi duyuyor. Sık sık işbirliği yaptığı müzisyenler arasında Steven Osborne, Cecile Licad, Baiba Skride ve Brett Dean gibi ünlü isimler bulunuyor. Gerhardt ayrıca Jörg Widmann, Unsuk Chin ve Matthias Pintscher gibi bestecilerle çalıştı; hemen her dünya prömiyeri konseri öncesinde, çalacağı bestelerin tamamını ezberlemek gibi bir özelliği var.
Son derece beğenilen kayıtları bulunan Gerhardt, üç ECHO Klassik Ödülü’nün yanı sıra ICMA ve MIDEM Classic ödüllerinin de sahibi. Deutsche Grammophon’un yayımladığı Unsuk Chin Viyolonsel Konçertosu kaydı BBC Music Magazine Ödülü’nü kazanırken, 2015 Gramophone Ödülü finalistleri arasında yer aldı. Gerhardt, aynı zamanda Hyperion için çok sayıda kayıt yaptı ve son kaydı Rostropovich - “Encores”u Ocak 2017’de yayımlandı. Bundan sonraki kayıt projesi Bach’ın altı viyolonsel konçertosu olacak.
Alban Gerhardt, 1710 yapımı bir Matteo Goffriller viyolonseli çalıyor.
“Günümüzün en iyi çellistlerinden biri; güçlü bir ifadesi olan, hava atmayan ama son derece havalı bir sanatçı.” (The Guardian)
Alban Gerhardt ile söyleşi
Müzisyen kimliğinizin yanı sıra, çeşitli konularda duyarlılığı olan bir isimsiniz. Konser salonlarında olduğu kadar tren istasyonlarında, hastanelerde resitaller sundunuz. Bu fikir ortaya nasıl çıktı?
90’larda ABD’deki bir okulda ilk “müzikal sosyal yardım” deneyimimi yaşadıktan sonra, sevdiğim müziği benden daha az şanslı insanlarla paylaşmanın verdiği hazzı fark ettim. Annem ve babam müzisyendi ve çocukluğumda piyano çalmayı öğrendikten sonra ortalama bir öğrenciden en iyilerden birine nasıl dönüştüğümü, çello çalmanın dünyadaki yerimi bulmama nasıl yardımcı olduğunu hâlâ hatırlıyorum. Tüm bunlar bana, gençler için bir enstrüman çalmayı öğrenmenin diş fırçalamak ya da okuma yazma öğrenmek kadar önemli olduğuna inanmama yol açtı.
Berlin’deki Radialsystem Kültür Merkezi’nde sekiz yıl önce, yarısı daha önce hiç klasik müzik dinlememiş insanlardan oluşan bir dinleyici grubuna Bach’ın tüm süitlerini seslendirdiğimde, insanların tepkisi beni derinden etkilemişti. Bu müziğin önceden edinilmiş belli bir zevk gerektirdiğini düşündüğümden, o güne kadar hiç klasik müzik dinlememiş insanlar için sıkıcı olabileceğini düşünmüştüm. Ama haksız çıktım ve daha önce haksız olduğum için hiç bu kadar mutlu olmamıştım. Bu olay bana gösterdi ki, müzikle güçlü bir deneyim yaşama konusunda benden daha az şanslı ya da daha önce Bach’ın (benim için insanın yükselebileceği en yüksek noktadaki kişi) bir eserini dinlemeyi düşünmemiş kişilerle, sadece çellom ve Bach’ın müziği ile deneyimlerimi paylaşabilirim. Tren istasyonlarında, hastanelerde, hatta hapishanelerde, AVM’lerde ve diğer kamu alanlarında müziğimi icra ederek, Bach’ın müziğine aşık olabilecek ve benim hissettiğimi hissedebilecek kişilere ulaşabilir ve topluma karşı borcumun bir kısmını geri ödeyebilirim.
Müziğe tutkuyla bağlı olduğunuzu ifade ediyorsunuz. Konserde veya evde en çok hangi bestecinin eserlerini çalmaktan zevk alıyorsunuz?
Müzik zevki bakımından her zaman tutucu olmuşumdur. Uzun bir süre sadece klasik müzik dinledim. Delikanlılığımın son yıllarında cazı da dinlediklerime ekledim ve karımın etkisiyle müzik ufkumu genişletmek için epey çaba sarf ettim. Hatta eşimle Radiohead’in bir konserine dahi gittik, ama itiraf etmeliyim ki onların müziğiyle bir bağlantı kuramadım! Büyük müzisyenleri dinlemeyi çok seviyorum. Daha iyi çello çalmam için bana ilham veriyorlar. Uzun süre favori bestecim Brahms idi. Ancak yaşım ilerledikçe Bach’ın dehasına olan hayranlığım giderek büyüyor. Onun süitlerini seslendirmek, hiç bitmeyen bir yolculuk. Her seferinde solo çello için muhteşem şekilde yazılmış eserlerini yorumladığımda yeni bir yol keşfediyorum. Evde pasyonlarını, kantatlarını, keman ve piyano için yazdığı eserleri dinlerken giderek derinleşen çalışmaları beni şaşkına çeviriyor. İnsanoğlunun böyle mükemmel bir şey bestelemesi karşısında, hayatta doğaüstü bir gücün var olduğunu düşünmeden edemiyorum.
Sahneye çıkmadan hemen önce nasıl/ne hissediyorsunuz?
Değişiyor, bazen sahneye çıkmadan önce çok heyecanlanıyorum, bazen de kayıtsız hissediyorum. Ama sahneye ilk adımı attığım an, ne yorgunluk, ne düşünce dağınıklığı, ne de diğer dikkat dağıtan şeyler kalıyor ve kendimi icra edeceğim müzikle bir hissediyorum.
1710 yapımı bir viyolonsel kullanıyorsunuz. Nasıl bir his bu?
Matteo Goffriller tarafından 1710’da Venedik’te yapılan çellomu, önceki enstrümanım bodrumumuzdan çalındıktan hemen sonra, yani 13 yıl önce bulduğum için inanılmaz şanslıyım. Muhteşem, derin, yuvarlak ve güçlü bir sese sahip, asla bağırmayan, ağırbaşlı bir çello ile kutsandığıma inanamıyorum. Düşünün ki bazı insanlar hayatları boyunca arayıp, ruh ikizlerini hiçbir zaman bulamıyorlar. Ama çellomdan da daha önemli olan yayım. Kolumun bir devamı ve çellonun istediğim sesi çıkarmasını sağlıyor.
Türkiye’de vereceğiniz konser için ne söylemek istersiniz?
Türkiye’ye borcumu ödeyeceğim için çok mutluyum. 15 yıl önce İstanbul’da uçağım rötar yaptığı ve Beyrut’taki konserimde piyanistimin katılamaması nedeniyle yeni program öğrenmek zorunda olduğum için havalimanında birkaç nota çalmıştım, ama o kadar!